SİVİL TOPLUM VE DEMOKRASİ

Mustafa GÜÇLÜ

12-10-2020 17:03

Küresel güçlerin dünya üzerinde adaleti hiçe saydığı, bölgemizde zulmü derinleştirdiği, insanların etnik, dini, mezhebi ve kültürel farklılıklarını tahrik edip çatışmaya sebebiyet vermek yoluyla sömürü düzenini tesis etmeye çalıştığını müşahade etmekteyiz. Emperyalist devletler, tüm bunları yaparken girdikleri her coğrafyaya medeni ve demokratik değerlerin nimetlerini taşıyacağız iddiası ile hareket etmektedirler. Kendilerince medeniyet bakımından çağdaş dünya ile buluşturma adına sözde el uzattıkları ülkelerde, Batı’nın gündeme taşıdığı demokratik değerlerin en başında gelenlerden biri sivil toplum/kuruluşu kavramıdır.        Batı’nın medeniyet gelişimi çerçevesinde, çok farklı anlamlar kazanarak günümüze kadar gelen sivil toplum kavramı, bireylerin kendi özel hedeflerine ulaşmak için, diğer bireylerle karşılaşma alanı olarak işlev gören, aynı zamanda bireylerin kimlik duygusunu kazanmasına zemin oluşturan bir yapıya sahiptir. Bu alanda kazanılan kimliğin mahiyetini, bireylerin birbirine karşı güçlerini idrak ettikleri ve paylaşılan ortak çıkar ilişkisini içselleştirildiği bir aidiyet duygusu oluşturmaktadır. Diğer bir ifadeyle Batı’ya göre sivil toplum, bir yönüyle bireylerin birbiriyle çıkar çatışması içine girdiği, diğer bir yönüyle de var olmak için birbirlerine olan ihtiyacın idrak edildiği, bu birbirinin zıttı gibi görünen, ama aslında birbirini tamamlayarak bir bütün oluşturduğuna inanılan zeminin üzerinde, bireylerin bir vatandaş olarak seküler kimliklerini inşa ederek toplum hayatına katıldıkları alana verilen addır. Batılı aydınlara göre, binbir zahmet verilerek yükselinen bu medeniyet aşamasına en büyük tehdit, İslam düşünce sisteminden gelmektedir. Cenneti, bu dünyada inşa etmeye niyetlenmiş, sivil toplum ve demokratik değerleri bu hedefe giden yolda en önemli araç olarak gören, ancak son zamanlarda adalet, göç, güven ve özgürlük sorunundan bunalmış insanlığın çıkmazlarına cevap vermekte zorlanan Batı medeniyeti, insanlığın bu çıkmazlarına cevap bulma potansiyeline sahip gördüğü İslam düşünce sisteminin üretken yapısı ve dinamik insan gücünden ürkerek, bu gücü terörle özdeşleştirip  ötekileştirerek, değersizleştirmeye çalışma niyeti ile amansız bir savaş içine girmiştir. Batı’nın, İslam dünyasına açmış olduğu bu savaşta en büyük hedeflerin başında Türkiye gelmektedir. Türkiye dışındaki İslam coğrafyasını bir şekilde hal yoluna giden Batı medeniyetinin, Türkiye’nin tarihi müktesebatını ve buna uyumlu dinamik insan gücünün ortaya koyduğu enerjiyi bertaraf ederek yoluna devam etmekte çektiği zorluk da zaten gözükmektedir.  Türkiye’nin, Batı ile girdiği mücadelede başarı elde etmesinin yolu hem tarihi köklerinden hem de Batılı değerlerden beslenerek yol alması bağlıdır. Bu kapsamda üzerinde durulması gereken en önemli birinci nokta, Batı menşeli sivil toplum kavramının Türkiye’de nasıl anlaşılması ve özümsenmesi gerektiği ve ikinci olarak sivil toplum örgütlerinin faaliyet alanlarını belirlerken, hangi çerçeve dahilinde hareket edileceğidir.  Sivil toplum Batı’dan aldığımız kavramlar arasında hayatımızda en çok yer tutan ve tutmaya da devam edecek olan bir kavramdır. Türkiye şartlarındaki sivil toplumun işlevi, devletin dışındaki hayatın akışını sağlam bir zeminde oturmak olmalıdır.       Sivil toplumun bu işlevi yerine getirebilmesinin en asgari şartı, hukuk devleti ve sınırlı devlet ilkesidir. Hukuk devleti denince, tüm vatandaşlarını eşit gören; bir suça iştirak etmediği müddetçe vatandaşlarına müsavi olan; insan olmanın gerekli kıldığı temel haklarda kısıtlamaya gitmeyen; yöneticilerinin kendilerini keyfi uygulamalardan beri tuttukları ve sivil toplum kuruluşlarının kendi aralarındaki rekabet ortamında taraf tutacak şekilde müdahale etmedikleri yapı akla gelmektedir. Sınırlı devlet denince, devletin toplum yaşamında vuku bulan ekonomik, kültürel ve sosyal alanlara zorunlu kalınmadığı müddetçe müdahale etmemesi anlaşılmaktadır. Zira bu alanlara olur olmaz müdahale edilmesi, sivil toplumun faaliyet alanlarının daralması manasına gelmektedir. Aynı zamanda sivil toplumun gelişimi açısından devletin bu niteliklere sahip olmasının yanında, sivil toplumun da taşıması gereken özellikler mevcuttur.  Sivil toplum en önemli araçlarından biri olan STK’lar, siyasal toplum (devlet) ile sivil toplum (millet) arasındaki ilişkilerin düzenlenmesinde en önemli toplumsal örgütlenmelerdir. En büyük iktidar örgütü olan devletin var olması için, örgütlenmiş siyasal iktidara hükümet denir. Daha sonra siyasal iktidara talip olan diğer siyasi partiler ve sivil toplum kuruluşları gelir. Devletin dikkate alması gereken topluma kamuoyu denir. Hükümet kamuoyunun istek ve arzularını gerçekleştirmeye gayret ederken, sivil toplum örgütleri bu süreçte kamuoyu adına gördüğü eksiklik ve noksanlıkları eleştirel bir üslupla hükümetle paylaşmakla yükümlüdür. Sivil toplum/kuruluşu kavramının içinin, tarifi yapılan çerçeve içerisinde doldurulması ve beslenmesine arka plan oluşturacak milli tecrübe müktesebatına, Türk-İslam medeniyet tasavvuru ziyadesi ile sahiptir. Ancak mevcut durumda bu hazineden beslenmek yerine, işin kolayına kaçarak hükümet eden siyasi iktidara ya da iktidar etmek isteyen diğer siyasi partilere payanda olarak güçlenme yoluna seçen sivil toplum kuruluşları, varlık ve meşruiyet gerekçelerine sırtını dönerek büyük bir yanlışın içine girmektedir. Ne hükümet eden siyasi iktidarın arkasına sığınıp makam ve mevki elde ederek güç kazanmaya çalışmak, nede hükümet eden siyasi iktidarın her zaman karşısına dikilerek hep muhalefet gibi davranarak sivil toplumun hakları savunulabilir. Aslında bu hastalıklı ahlakın arkasında sivil toplum kuruluşlarını makam ve mevki elde etme ve rant temin etme aracı olarak gören sakat zihniyet yatmaktadır. Netice itibari ile sivil toplum örgütlerinin niçin var olması ve nasıl hareket etmeleri gerektiği hususu, hem meşrûiyetlerinin hem de ahlaki yapılarının içini dolduran en önemli husustur. Sivil toplum kuruluşları, Türk milletinin manevi ve kültürel dinamiklerine dayanmalı ve yerine getirdikleri işlevin bir ahlak çerçevesinde ruh kazanması için, insana hizmeti merkeze alan bir anlayışı esas almalıdır.   Her toplumda farklı siyasi kültürler mevcut olabilir. Bu farklılıkları bir çatışma unsuru değil düşünce zenginliği olarak görmek, bunu paralel olarak ihtilafları çözebilecek ya da en azından çatışmaya dönüştürmeden devam edebileceği asgari bir mutabakat çerçevesinin çizilebileceği siyasi iklimin oluşmasını sağlamak, Türk toplumunun en önemli görevi olmalıdır. Siyasal toplum ve sivil toplumun bu kapsamda ortaya koyacağı siyasi irade, Türkiye’nin iç ahengini temin etmenin yanında, Anadolu’ya ümit bağlamış mazlum coğrafyaların gözü yaşlı insanlarının ümitle beklediği bir gelişmedir.                 
DİĞER YAZILARI Cumhurbaşkanlığı Seçim Sonuçlarına Dair... 01-01-1970 03:00 Liyakat ve Ehliyet 01-01-1970 03:00 İSTANBUL SÖZLEŞMESİ İPTAL EDİLMELİDİR! 01-01-1970 03:00