https://www.sivaskizilirmak.net/files/uploads/user/1469970_10152062738662801_1078883873_n.jpg
Mehmet AVCI

OKÇULAR TEPESİNİ TERK ETMEYEN Muhsin Yazıcıoğlu

15-03-2023 13:49

Yıl 1987 takvim yaprakları 7 Nisan Salı gününü gösteriyor. 945 sayfalık iddianame ile 29 Nisan 1981 tarihinde başlayan başta Başbuğ Alparslan Türkeş ve Muhsin Yazıcıoğlu olmak üzere 220 kişinin idamla yargılandığı, 9 ülküdaşımızın idam edildiği, 587 sanıklı MHP ve ülkücü kuruluşlar davasının (tiyatronun) neticelendiği gündür.

         9 Nisan Perşembe günü üniversiteye haber geldi. Bizim neslimizin ağabeyi, rol modelimiz, efsane ülkü ocakları genel başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun tahliye edileceğinin müjdesi idi bu gelen haber. O zaman ben üniversite öğrencisiyim. Ocağı açalı henüz bir yılı biraz geçmişti. Üniversite ve lise teşkilatlarımız yeni yeni oluşuyordu. O tarihlerde iletişim bugünkü gibi kolay değildi. Ocakla üniversite arasında haberleşme, ya bir arkadaşın toplu taşıma ile şehirden üniversiteye giderek veya Kredi Yurtlar Kurumu santrali aranarak gerçekleşebiliyordu. Tam hatırlamıyorum hangi metotla bu bilginin geldiğini ama gelen haber Muhsin Başkan’ın bugün tahliye olup Sivas’a geleceği ve toplayabileceğim kadar çok sayıda arkadaşla ocağa gelmem gerektiği şeklindeydi. O zamanlar benim arabam vardı. Arabaya (Opel Record- 5 kişilik, tek kapılı) 13-14 kişi istif halinde bindik. Diğer arkadaşlar ise otobüslerle ocağa geldi. Ocakta tam bir bayram havası yaşanıyordu.

Hemen organize olup hatırladığım kadarıyla iki adet 302 otobüs ve birkaç minibüs ayarladık. Akşam saatlerinde liselerden de gelenlerle marşlar eşliğinde efsane başkanı karşılamak üzere Halimin Hanı’na (Köklüce Köyü mevkiine) gittik. Hafif hafif yağan Nisan yağmuru altında beklemeye başladık. Ağabeylerimizden bir kısmı Ankara Mamak cezaevine karşılamaya gitmişlerdi. Diğerleri ise Halimin Hanı’ndaki benzinlikte toplanmıştı. Bir yandan başkana kavuşacak olmanın sevinci, diğer yandan hüzün, heyecan ve sabırsızlık herkeste hâkim olmaya başlamıştı.

O tarihlerde mağduriyetler hat safhada,  arabası olan arkadaş çok azdı, ehliyeti olan da haliyle sınırlıydı. Bizim neslin ağabeylerinden Mehmet Taşer, rahmetli Uğur Ateş, Necati Doğan ve rahmetli Metin Demirhan’ın hiçbirinde araba yok. Siyaseten ülkücülerle bir bağı olmayan Kemal Çolpan’dan emanet araba almışlar, yakıtını da Kemal Çolpan dolduruyor ve Ankara Mamak’a başkanı karşılamaya gidiyorlar.

Yusuf Yazıcıoğlu, aile efradı ve bildiğim kadarı ile Saffet Beştepe de başkanı karşılamaya gidenler arasında bulunuyor. Ankara’ya karşılamaya giden elbette birçok başka ağabeyimiz var ama aradan geçen uzun zaman sebebiyle hatırlayamadıklarım kusura bakmasınlar.

Mamak cezaevinden çıkan başkanı yüzlerce ülkücü karşılar. Yılların hasretini kısa sarılma ve kucaklaşmalarla giderirler. Muhsin Başkan daha cezaevinden henüz çıkmışken bile plan ve programını yapmıştır. “Benim bir yere uğramam gerekiyor bir saate gelirim” diyerek yanında birkaç kişi ile birlikte önce askerlik şubesine gider. Askerlikle ilgili gerekli işlemleri tamamladıktan sonra Hareketin lideri Başbuğ Alparslan Türkeş’i ziyaret eder. Başbuğ ile de görüştükten sonra, Mamak’ta beklemekte olan arkadaşları ile buluşarak Sivas’a doğru yola çıkarlar.

         Gece saat 21:00 civarında heyecanlı ve sabırsız bekleyiş nihayet sona erdi. Uzaktan konvoy halinde gelen araçlar fark edilir edilmez gurupta bir heyecan ve sevinç dalgası oluştu. Efsane genel başkan sekiz on araçlık bir konvoyla benzinliğe giriş yaptı. Genç-yaşlı yaklaşık yüz elli kişi ip gibi tek sıra olduk. Efsane başkan ilk defa kendini gören bizlerle kucaklaştı. Ben başkanla ilk kez o zaman göz göze gelmiştim. O günden, sonsuzluğun sahibine kavuştuğu 25 Mart 2009’a kadar beraber yol yürümüş olmanın kıvancı bana da evlatlarıma da yeter.

         Karşılama merasimi bittikten sonra efsane genel başkanımızı yaklaşık yirmi beş otuz araçlık konvoyla Yusuf Yazıcıoğlu Ağabey’in Kümbet Menekşe Evlerdeki bahçeli mütevazi evine getirdik. Başkan arabadan indi yeğeni Halit’i öyle bir hasretle bağrına bastı ki anlatılamaz. Büyüklerden bir kısmı eve girdiler. Biz yaklaşık bir saat kapıda bekledik. İstemeye istemeye hasretimizi gideremeden başkan dinlensin diyerek saat 23:00 civarı evin önünden ayrıldık.

         O gece herkes ayrıldıktan sonra olanları ise Yusuf Yazıcıoğlu ağabeyden naklediyorum. “Zaman gece yarısını geçti, başkanla aile olarak biraz hasret giderdikten sonra başkanı dinlenmesi için yatırdık. Saat 02:00 gibi kapı zili çaldı.”  Saatin çok geç olması sebebiyle Yusuf ağabey kapıyı birazda endişeyle açar. Karşısında o zamanın iktidarı olan Anavatan Partisi kurucularından Mehmet Keçeciler, Yozgat Milletvekili Lütfullah Kayalar ve Tokat Milletvekili Metin Gürdere (eski Bakanlar) bulunmaktadır.  Gelen misafirler “Kusura bakmayın, saatin geç olduğunu biliyoruz ama bizim Muhsin başkanla görüşmemiz lazım” derler.  Yusuf ağabey biraz tereddütlü daha buyurun diyemeden başkan sesleri duymuş, yatağından kalkmış kapıya doğru gelmiş ve misafirleri içeri buyur etmiş. 

         Geçmiş olsun dileklerinden ve hâl hatır sormadan sonra Pandora’nın kutusu açılır. Gelen misafirler “Biz buraya Başbakanımız Turgut Özal’ın talimatları ile geldik söyleyeceğimiz her söz başbakanın, genel başkanımızın sözüdür.” diyerek Muhsin Başkanı Anavatan Partisine katılmaya davet ederler.

         Birçok siyasetçinin kırk takla atacağı bu teklife Muhsin Başkan gülümseyerek derki; “Ben daha cezaevinden çıkalı bir gün olmadı. Dışarda ne ver ne yok sağlıklı bilgim yok. Daha hiçbir arkadaşla görüşmedim. Siyaset yapmayı da düşünmüyorum. Benim önceliğim cezaevindeki arkadaşlar ve ailelerinin aynı zamanda dışarıda ki arkadaşların maddi manevi sıkıntılarını gidermektir. Bu amaçla bir vakıf kurup bu arkadaşlara yardımcı olmaya çalışacağım.” sözleriyle teklifi nazikçe reddeder. Başkanın mağdur ailelerle ilgili sözlerini duyan heyet heyecanla yapacağımız teklifi reddetmesi imkânsız diye düşünmüş olmalılar ki, “Sayın Özal’ın teklifini kabul ederseniz tam da sizin yapmak istediğiniz bu hayırlı işleri yapabileceğiniz imkana kavuşabilirsiniz. Yeni kurduğumuz, FAK-FUK-FON’nun başına geçersiniz, bu sayede hem memleketteki fakir fukaraya yardımcı olursunuz hem de ihtiyaç sahibi arkadaşlarınıza ve ailelerine sahip çıkmış olursunuz.” şeklindeki sözlerle ısrarcı olurlar. Başkan bu tekliflerine rağmen yine kesin bir dille nazikçe teklifi ret eder. Eminim ki akıllarından başkanı kesinlikle geri çeviremeyeceği yardımseverlik gibi bir hassasiyet noktasından yakaladık diye düşünmüşlerdir. Ama tabi ki yanılmışlardır. Çünkü karşılarındaki genç adam; haktan, hukuktan, ilkelerinden, inandığı davadan vazgeçmeyecek, ganimet için okçular tepesini terk etmeyecek bir dava adamının vücut bulmuş halidir. Herkesin can derdine, geçim derdine düştüğü zamanda başkanın dava arkadaşlarının dertleri ile hemhal olmak istemesi ve bu fırsatı ona sağlayacak devlet imkanlarını reddetmesi misafirleri hem çok şaşırtmış hem de çok etkilemiş olmalı. Yaklaşık altı ay sonra yapılacak genel seçimlerde milletvekili hatta bakan olmak varken, başkanın arkadaşlarını düşünmesi normal insanların anlayamayacağı çok ulvi bir durum değil mi?

         Başkan, teklifin meşru ve cazip olmasına rağmen OKÇULAR TEPESİNİ terk etmeyeceğini, ganimet peşinde olmadığını Rıza-yı İlahi peşinde olduğunu şu tavrıyla özetler;

“Ben Mamak Cezaevinden çıktım karşılamaya gelen arkadaşlar, bir elleri ile boynuma sarılırken diğer elleriyle cebime zarf koydular. Aynı durum yol boyunca Elmadağı’nda, Kırıkkale’de, Yerköy’de, Akdağmadeni’nde, Yıldızeli’nde ve birçok yerde yaşandı.”. Başkana zarf içinde para verenlerin amacı; cezaevinden yeni çıkmış başkanlarının kimseye muhtaç olmadan ihtiyaçlarını karşılaması içindi muhakkak. Oysa ki, efsane başkan cezaevindeyken ailesinden gelen parayı dahi, kendi ihtiyacı olmasına rağmen son kuruşuna kadar cezaevindeki arkadaşlarına harcıyordu. “Daha zarflarda kaç para var bakmadım ama ben bu vakfı arkadaşlarımın verdikleri bu helal paralarla kuracağım der.” ve gelen heyetin tekliflerini nazikçe reddeder.

         Düşüncelerini FAK-FUK-FON’nun geniş imkanlarından yararlanarak yapmak yerine 1979 yılında kurulmuş fakat isminden başka ne bir yeri ne parası ne de herhangi bir faaliyeti olmayan Selçuklu Sosyal Güvenlik, Eğitim ve Kültür Vakfı’nı (SOGEV) canlandırmak suretiyle gerçekleştirmenin yollarını aramıştır. 12 Eylül 1980 ihtilalinden sonra Ülkücülerin hem fahri avukatlığını, hem de ülkücülere fahri vakıflık görevini yapan, ülkücülerin fedakâr, cefakâr ağabeylerinden Galip Erdem’in yürüttüğü SOGEV’in başkanlığını, Muhsin Başkan  Vatani görevini yaptıktan sonra devralmıştır. Kıt imkanlara rağmen uzun süre, cezaevinde yatmış, mağdur duruma düşürülmüş ülkücülerin yaralarına merhem olmuştur.

         Şimdi şu soruyu sormak gerekir. Muhsin Başkanın 1992 yılında MÇP’den kopartıldığı, sonrasında Büyük Birlik Partisini kurduğu dönemlerde özellikle bizden bildiklerimiz tarafından, “Muhsin Yazıcıoğlu’nun Cumhurbaşkanı Turgut Özal’dan para aldığı” ve bu paralarla parti kurduğu gibi hayasızca bir iftiraya uğramıştı. Cezaevinden çıktığı gün cebinde beş kuruş parası olmadığı zamanda bile hiç kimseye minnet etmeyen, milletvekili iken hiçbir kimseye minnet eder mi? bu  iftiraya en güzel cevap, yukarıda bahsettiğim ibretlik olay tek başına bile yeterlidir. Muhsin Yazıcıoğlu’nun, dönemin hükümetinden gelen böyle bir teklifi reddetmesi, para gibi bir derdinin olmadığını ayan beyan ortaya koyan örneklerden sadece birisidir.

         Yıllarca başbakanlık yapmış, ülke yönetiminde söz sahibi olmuş, ülkenin ve milletin kaderini değiştirecek gücü elinde bulundurmuş nice devlet adamı bugün milletin hafızasından silinmişken, Muhsin Başkan’ı her görüşten insanın saygıyla anmasının ve unutmamasının ardında ortaya koyduğu bu eşsiz tavırların çok büyük etkisi olmuştur. O, toplumsal ve siyasal olaylarda her zaman farkını ortaya koymuş, bu inanılmaz derecedeki dürüst ve idealist tavırlarıyla düşmanlarının bile saygısını kazanmıştır. İnanıyorum ki Okçular Tepesi’ni terk etmeyen, ganimet peşine düşmeyen Muhsin Başkan asırlarca bu necip milletin gönlünde var olacak, örnek yaşamıyla gelecek nesillere yol göstermeye devam edecektir. Şehadetinin üzerinden on dört yıl geçmiş olmasına rağmen Elmalı’daki Anı Evi’nin ve Tacettin Dergâhı’ndaki kabrinin günün her saatinde ziyaretçilere meskenlik etmesi bunun göstergesi değil midir?

         Ruhu şad mekânı cennet olsun.

 

Not: bu yazıda neleri kaybettiğimizi daha iyi anlamak için bir önceki yazım için aşağıdaki linki açmanızı tavsiye ediyorum.

 https://www.sivaskizilirmak.net/yazi/okcular-tepesinde-kalabilmek-648.html

Neler Söylendi?
sanalbasin.com üyesidir