Zamanın su gibi akıp geçtiği futbol maçlarını sayıyorum içimden: 2005, Liverpool-Milan, efsane şampiyonlar ligi finali; 2008 Türkiye-Hırvatistan, mucizevi galibiyet; 2017, Barcelona-PSG, unutulmaz geri dönüş hikayesi. Bunlar ve bunlar gibi bir sürü maçı, bu maçlarda atılan birbirinden ilginç golleri düşünerek bitirdim bugünkü Sivasspor-Fenerbahçe maçını.
İlk yarıda Sivasspor’un tek golü hariç, penaltı pozisyonu da dahil tek bir pozisyonun bile olmaması, son derece enerjik başladığım günde adeta ninni havası yarattı. İkinci yarı, her iki takım da biraz olsun hareketlenmiş olsa da aslında her iki ekibin de beraberliği kabul ettiğinin bir resmi niteliğindeydi.
Sivasspor’un felsefesi artık hepimizin malumu, topu rakibe ver, baskı kur ve kontra ataklarla gol kovala. Lakin bu taktiğin Fenerbahçe üzerinde işe yaramadığını 45 dakika boyunca paslaşan Sadık – Lemos – Gustavo üçlüsüyle tecrübe etmiş olduk. Yapıcı bir eleştiri olarak kabul edin bunu; Rıza hocanın sahaya koymaya çalıştığı taktik Jürgen Klopp’un “Gegenpress”inin kötü bir imitasyonu gibi adeta. Eğer elinizde Salah gibi, Mane gibi top ayağına gelir gelmez gole yönelebilen futbolcular yoksa, eğer Firmino gibi bir “sahte 9”a sahip değilseniz, böyle yeniliklerin Liverpool’a nispeten daha küçük takımlarda denenebilirliğinin doğru olmadığı düşüncesindeyim.
Daha önceki söylemlerimle çeliştiğimin düşünülmesini de istemem. Ligimizin Anadolu takımları diye tabir edilen, daha doğru ifadelerle belirtmek gerekirse şampiyon olmamış ve olması yayıncı kuruluş, TFF, MHK gibi kurumların ligin marka değerinin düşmesinden korktukları için neredeyse imkansız olan kulüplerinin artık çağa ayak uyduramadığı düşüncesindeyim. Ne yazık ki bu güruha Sivasspor da dahil. 90’lardan kalma büyük (büyütülmüş?) takımlarla karşılaştığımızda defans yapalım, kendi aramızda oynadığımızda ise ligin tüm ekiplerine karşı sabit bir plan çizelim ve bu plan tutsa da tutmasa da ligin sonuna kadar böyle devam edelim düşüncesi artık uluslararası arenada kabul görmüyor. Daha düne kadar Avrupa’nın seçkin ülkelerinde merakla takip edilen Süper Lig, günümüzde dönüp bakmadığımız üçüncü sınıf ülkelerin liglerine dönüşmüş durumda. Tam olarak bu nedenlerden, bugün Sivasspor’u olduğu kadar Fenerbahçe’yi de bu gözle izlemeye çalıştım. Ancak sonuç maalesef facia. Kendisini ligin lokomotifi olarak gören, yeri geldiğinde birçokları tarafından dünyanın en iyi 10 numarası olarak gösterilen futbolcuları transfer edebilen bu takım bile bizim çağ dışı futbolumuza uymuş durumda.
Nihayetinde, futbola dair pek bir şey göremediğimiz bir maçtan sonra, Fenerbahçe karşısında galip gelsek bile bugünkü yazımı aynı cümlelerle yazacağımı belirtmek isterim. Sonuç elbette en önemli şeydir, ancak kendisini gerçek bir futbolsever olarak addeden ben, bugün izlediğim şeyden (maç demek isterdim) tek damla zevk alamadığımı da üzülerek yazmak zorundayım. Çağın çok gerisinde kalmış olan bu futbol felsefesinin ortadan nasıl kalkacağına dair çözümleri bulacak kişi ben değilim, benim işim bu değil. Ancak naçizane, buradan bizi gören, okuyan, lütuf buyuran her kim varsa onlaradır sözlerim: Eğer futbolumuzun artık muasır medeniyetler seviyesine gelmesini istiyorsak, öncelikle kafalarımızı değiştirmemiz gerek. Eğitim ise eğitim alınarak, iyi örnekler – doğru biçimde – taklit edilerek, artık bir şekilde ismimizin 2000’lerin başında olduğu gibi dünyada duyulması gerek. Ancak maalesef, bu şekilde devam edersek, önümüzdeki yıllarda hedefimiz uluslararası turnuvalara tek bir takım bile gönderemeyen Belarus Ligi’ni geçmek olacak gibi görünmekte.