https://www.sivaskizilirmak.net/files/uploads/user/76e4c43ab59b6a4670d38335d9e70959-71cae6598d03ed21f852.jpg
Resul TOPRAK

3 MAYIS TÜRKÇÜLÜK GÜNÜ

03-05-2024 11:03

3 MAYIS TÜRKÇÜLÜK GÜNÜ TÜRKÇÜLÜK DÜŞÜNCESİNİ DOĞRU ANLAMAK.. 

Her 3 Mayıs günü Türkçülük günü herkes gibi bende farklı duygular içerisindeyim ama bu sefer farklı bir yaklaşımla Türkçülük Düşüncesini anlamayı anlatmak istedim bunun sebebi ise 27 Nisan 2024 tarihinde Sivas Türk Ocakları Ocak başı Söyleşisini yapan Prof. Dr. Abdullah Korkmaz hocam Ziya Gökalp 'in Türkçülük düşüncesini o kadar güzel anlattı ki bu fikir hasıl oldu ve buna göre araştırma yaparak siz değerli okuyucularıma aktarmak istedim.

 

3 Mayıs Türkçülük Günü

Selam olsun kucaklar dolu selam
Atsızlara,Nejdetlere ve nice yiğitlere
Arsızlara,inönülere gerek tek kelam
Lanet olsun bizi tabuta soktuğunuz günlere!Alp arslan vazgeçmişmiydi davasından?
Ne sandınız Atsız döner mi kavgasından?
Binlerce ordu getirseniz kasırgalardan;
Yıldırımdan tipiden kasırgadan yılmayız!Şu kutlu ovalarda dolaşan bir ayız
Bitmez içinizde Türk'e olan gayız
Ezelden ebede kadar hep biz varız!
Ve and olsun Meteye ki bitmeyecek sevdamız!Sancı çeksen de tabutlukta,bitmedi Türk'e olan sevdan
Ey kutlu Atam Atsız okuyan kalıyor sana hayran
"Vaktiyle bir Atsız varmış" diyerek onu hep an.
Görmek isteriz Turanı olsa da bir an.
Emir Doğan. 

 

Türkçülük Düşüncesini Doğru Anlamak


3 Mayıs Vesilesiyle Türkçülük Düşüncesini Doğru Anlamak
Türkçülük Günü olarak tarihte yerini almış olan 3 Mayıs, Türkçülük tarihinin ve Türkçülük düşüncesinin anlaşılması için bir vesiledir. Bu vesileyle biz de Türkçülük kavramının ortaya çıkışından itibaren bugüne kadar yüklenmiş olduğu anlamı üzerinde bir deneme yazmak istedik. Bu yazı Türk gençlerinin Türkçülük kavramını doğru anlamaları için bir giriş mahiyetinde olacak. Bugün Türkçülük kavramı üzerine yalan yanlış anlam yüklemeleri veya eleştiriler yapılmaktadır ki bunlar hakikatle ters düşmektedir. O zaman kavramın bir düşünce akımı olarak doğru anlaşılması esas amacımız olmalıdır.
Fikirler zihin dünyasında kavramlarla anlam bulur, kavramlarla ifade edilir. Bir kavrama anlamını veren gerçeklik ile zihin bağını kuran düşünürlerdir. Düşünürün zihninde hakikat ile kurduğu bağ oranında kavrama anlam yüklenir. Bir anlamda soyutlama yapılır ve bir olgunun etraflı bir tanımı yapılarak kavramın netliği oluşturulur. Bunun için bilgi toplamak ve zihin yormak gerekir. 

Türkçülük düşüncesi dediğimiz fikir akımı Meşrutiyet döneminin bir ürünü olarak karşımıza çıkar. O zamana kadar Türkler kendi aralarında milliyetçilik yapmayı gerekli görmemişlerdir. Hatta İmparatorluklarının istikbali bakımından mahzurlu görmüşler, diğer soylardan gelenleri toplumdan ayrıştırmak istememişlerdir. Lakin tarihi gelişmeler on dokuzuncu yüzyılda milliyetçilik cereyanlarını Osmanlı aleyhine estirmiştir. Bir taraftan Batıda bölünmüş derebeylikler sistemi “ulus devlet” modelinde birleşerek milletleşmeye gitmiş, bir taraftan imparatorluklar içindeki farklı milliyetler bağımsızlıklarını kazanmak için isyan etmişlerdir. Her iki gelişme de Osmanlı’nın ve dolayısıyla Türklerin aleyhinedir. Sonuçta Türk milletinin varlığına ve istikbaline kasteden bir tehlike doğmuştur ve Türkçülük düşüncesi bu ortamda doğmuştur.

İlk olarak Türkçülük edebiyat alanında görülür. Türklerin kullandığı Türkçe ve Türkçe olarak yazılan veya anlatılan edebiyat eserleri üzerine çalışmalarla Türk varlığı ön plana çıkarılmaya çalışılır. Türklük, bir anlamda nesnel olarak ortaya konur. Dil bir milliyet için en güçlü nesnel delildir. Milliyeti açıklamakta tek başına yeterli olmasa da tarih içinde yaratılmış ve işlenmiş zengin bir edebiyat mirası o milletin varlığını kuvvetlendirilir. Çünkü millet salt kan bağına dayalı ilkel bir topluluk değil, gelişmiş modern bir toplumdur. Bundan dolayı bu modern toplumda, gelişmiş bir edebiyatın yanında güçlü bir geleneksel kültür (örf, adet, töre), köklü bir tarih ve başarılı bir siyasi organizasyon yani devlet kurma becerisi aranır.  Türkçülük akımı bunların üzerine gelişecektir.

Türkçülük fikir akımı aydınların gündemine girdikten sonra geliştirilmeye başlanır. Meşrutiyet döneminde İmparatorluğu ayakta tutmak için ortaya konan siyaset yollarından birisi olarak ön plana çıkar. Siyasi Türkçülük diyebileceğimiz bu tarz, dağılmakta olan devleti ayakta tutabilecek tek gücün Türkler olduğunu ve Türklerin kendi varlıklarını devam ettirme iradesini göstermek zorunda olduklarını, devlet siyasetinin buna göre belirlenmesi gerektiğini ortaya koydu. Abdulhamid’i tahttan indirerek 2. Meşrutiyeti ilan ederek iktidara gelen İttihat Terakki, Osmanlıcılığı ve İslamcılığı devlet siyasetinde denemiş olmakla beraber sonunda yaşanan tarihi olaylar yüzünden Türkçülüğü kabul etmek zorunda kalmıştır. Buna göre Türklerin kurtuluşu ancak millet olma şuurlarını yükselterek kendi kaderlerine sahip çıkmalarını sağlamaktan ve dünya üzerindeki diğer Türk topluluklarıyla birleşmekten geçer. Bu düşüncenin savunulduğu merkez Türk Ocaklarıdır. Türk Ocaklarındaki Türkçü aydınlar bu düşüncenin gelişmesi için çaba sarf etmişler ve ortaya ciddi bir Türkçülük külliyatı çıkarmışlardır. Türkçülük düşünce akımı Çağdaş Türk Düşüncesinin en zengin örneklerinden birisi olarak bu dönemde ortaya çıkmıştır. 

Türklerin güç birliği oluşturarak modern bir millet sistemi içinde yeniden ayağa kalkmaları bir dava haline gelmiştir. Türklüğü bir mensubiyet şuuruna bağlayan Türkçülük akımı kuşatıcı bir özellik taşır.  Zaten bunun tarihi dayanakları vardır. Türklerin güçlü olmaları ve adaletle yönetmeleri sayesinde hayat bulan bütün farklı kesimlerin Türklüğün yanında yer almaları zaten ahlaki zorunluluktur. Türklerin Anadolu’yu ve Balkanları fethetmeleriyle rahat bir nefes alan toplulukların Türklüğün var olma davasında farklı davranmaları beklenemez. Onun için Türkçülük hareketi içinde Osmanlı’dan uzak diyarlardaki Türklerin yanı sıra Müslümanlığı Türklükle özdeşleştiren unsurlar da yer almışlardır. Onun için Mehmet Akif kendini bu milletin bir ferdi olarak görerek İstiklal Marşı’nda “Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl! / Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet bu celâl?” mısralarını yazabilmiştir. Bu hem bir Türklük şuuru, hem de tehlikede olan Türklüğe karşı ahlaki bir sorumluluktur.

Türkçülük bir dünya görüşü ve siyaset tarzı olarak Cumhuriyetin kuruluşunda da etkili olmuştur. 

Türkçülük bir fikir akımı olmakla beraber bir hayat tarzıdır. Türk milletine mensubiyet şuuru içindeki bireylerin Türk milletinin davasını gönüllerinde ve ruhlarında yaşatmalarıdır. Türk milliyetçiliği olarak da adlandırdığımız bu tavır ahlaki bir sorumluluktur. Bencillik ve sorumsuzluk karşısında toplumcu bir sorumluluk duygusu ön plandadır. Özellikle Türk milliyetçiliği olduğu zaman tarihi tecrübe ve geleneksel örf içinde davranmak önemli bir özelliktir. Türkün örf ve gelenekleri içinde köklerinden kopmadan geleceği kurmaya çalışmak birinci vazifemiz olarak karşımızdadır. Kimsenin karşısında eğilip bükülmeden ve çıkar ilişkisine girmeden sadece milletin yanında durmak ve milletinin davasına sahip çıkmak idealist bir tavırdır. "Türk Yurdu dergisi" 

3 Mayıs 'a Giden Yol!!!! 


2.Dünya Savaşı’nın başında, yani Alman ırkçılığının Avrupa’da güçlü olduğu sıralarda Ankara hükûmeti Almanlarla bu fikir temelinde gizli bir pazarlığa oturmaya çalışır. Pazarlığın konusu da Kafkasya ve Türkistan Türkleridir. Bu tür pazarlık arayışlarını o dönemin Alman Dışişleri Bakanı Ribbentrop ile Almanya'nın Ankara Büyükelçisi Franz Von Papen ve diğer siyasiler arasındaki yazışmalar ve gizli belgelerde açıkça görmek mümkündür. Alman Dışişleri Bakan Yardımcısı Hending, Alman diplomatları Vahraman ve Ermandatof’a gönderdiği bir yazıda “Türk Genelkurmay Başkanı’nın, Türk-Alman ilişkilerinin Turancılık fikrine dayanabileceği”ni söylediğini belirtmiştir. Ayrıca Başbakan Şükrü Saraçoğlu’nun 5 Ağustos 1942 tarihinde Meclis kürsüsünde okuduğu ve alkışlarla karşılanan kabine programının sonunda “Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve laakal bir vicdan ve kültür meselesidir. Biz azalan veya azaltan Türkçü değil, çoğalan ve çoğaltan Türkçüyüz. Ve her vakit bu istikamette çalışacağız” demesiyle resmî bir ağızda Türkçülük kabul görmüştür; fakat Almanya ve Rusya arasındaki harbin seyri Alman ırkçılığı aleyhinde değişince, hükûmetin Türkçülüğü kısa vadeli politik bir argüman olarak ele aldığı, yaşanan acı olaylarla beraber anlaşılmıştır. Bu sözlerden güç alarak yaklaşık iki yıl sonra Atsız’ın, devlet içindeki önemli bozuklukları işaret eden iki yazısının ardı sıra çıkan gürültünün sebebini işte bu yüzden savaşın değişen koşullarında aramak gerekiyor.

Peki Türkçülerin, ilk bakışta Türkçülüğün kara günü olarak nitelendirmeleri gereken bu tarihi bayrak yapmalarının arkasında ne tür bir hikmet yatmaktadır? 

3 Mayıs 1944 tarihinde Türkçülük düşüncesinin ilk somut siyasi çıkışını yapmasından gelir. Türkçülük şüphesiz günlük siyasetin üstündedir ve bir siyasi hareket de değildir; ama teslim etmek gerekir ki Türkçülüğün bir siyaseti vardır. İşte 3 Mayıs bu anlamda bir siyasi çıkıştır. Çünkü Türk milliyetçiliği bir salon veya dergi faaliyeti olmanın ötesine bugün geçmiş; devrin Hükümetini korkutan gençlik kitlesiyle, bir “taraf” olduğunu bugün göstermiştir. Atsız da o güne ilişkin bir değerlendirmesinde bunu belirtir: “3 Mayıs Türkçülüğün tarihinde bir dönüm noktası oldu. O zamana kadar yalnız duygu ve düşünce olan, edebî ve ilmî sınırları pek aşmayan Türkçülük, 1944 yılının 3 Mayısı’nda birdenbire hareket oluverdi. Önümüzdeki yüzyılın tarafsız tarihçileri 3 Mayıs’ın bir dönüm noktası olduğunu elbette teslim edeceklerdir.”
Yine Atsız’a göre bu, “millî şuurun ayaklanmasıdır.” Bu olaylardan 2 ay önce, 1 Mart 1944 tarihli Orhun dergisinde Atsız tarafından kaleme alınan ve yine hükümet başbakanına yazılmış ilk açık mektup olma özelliğini taşıyan “Başvekil Saraçoğlu Şükrü’ye Açık Mektup” ile aynı derginin 1 Nisan 1944 tarihli 16. sayısında yayınlanan “Başvekil Saraçoğlu Şükrü’ye İkinci Açık Mektup”un ardı sıra kopan bu fırtına, her ne kadar Türk milletinin, sahip oldukları millet fikri sebebiyle seçkin olan pek çok çocuğunu çileli günlere ve tabutluk işkencelerine sürüklese de Türkçülüğe bahsettiğimiz anlamda güç vermiştir. Türk milliyetçilerinin, benlik duygusuyla kendi uğradıkları yıkımı değil de Türk Ülküsü’nün kazandığı gücü öne alarak. 

3 Mayıs’ı bayraklaştırmalarındaki yüksek ahlak, bugün (1944-2024)80 yıl sonra bizim için hâlâ bir onurlanma sebebidir ve Türk milleti var oldukça bu onuru taşıyan Türk çocukları da var olmaya devam edeceklerdir.


Atsız, 3 Mayıs’a giden olaylara yol veren bu ikinci açık mektubunda Millî Eğitim kadrolarındaki bazı kişilerin isimlerini vererek onların komünist uğraşlarına dikkat çekmiş ve bunun sorumlusu olarak gördüğü Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’i istifaya davet etmiştir. Bu cüretkâr yazının ardından, eleştirilmeyi hazmedemeyen baskıcı hükûmet mekanizması Türkçüler aleyhine işlemeye başlamış, Orhun Dergisi kapatılarak yazıda adı geçenlerden ve Atsız’ın vatan hainliğiyle suçladığı romancı Sabahattin Ali kendisi aleyhinde dava açmaya kışkırtılmıştır. İşte bu hakareti konu alan mahkemenin 3 Mayıs’ta gerçekleşen ikinci oturumunda, başkentte, milliyetçi öğrencilerin Atsız lehinde nümayişi patlak vermiştir. Bu olaylardan 16 gün sonra devrin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından ünlü 19 Mayıs nutku irat edilmiş, burada Türkçülük “yurtdışında sergüzeşt aramak”, Türkçüler de “vatan haini fesatlar” tavsifiyle “hüküm” giymişlerdir: Bu konuşmadan 3 ay 19 gün sonra, 7 Eylül 1944’te 23 Türk milliyetçisi “nizam düşmanlığı”, “gizli cemiyet kurmak”, “hükûmeti devirmeye çalışmak” gibi mesnetsiz suçlamalarla tutuklanmış ve İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesinde 29 Mart 1945’e kadar 65 oturum halinde sürecek olan meşhur “Irkçılık – Turancılık” Davası başlamıştır. İşte sonuçta tüm sanıkların beraat ederek aklanacağı; fakat çileli bir döneme girilmiştir. 3 Mayıs, böylesi karanlık ve menfur muamelelerle karşı karşıya kalsalar da Türk milliyetçileri için çok önemli bir gündür. O günün baş mimarı Nihâl Atsız kendi ifadesiyle “Türkçülerin ızdırabı ile yuğurulmuş” bugüne bayram demese de matem demenin de kabil olmadığını belirtmiş; aslında bayramdan da öte bir önem atfederek 3 Mayıs 1944’ü “Türk tarihinin gidişi üzerinde son derece tesirli” saymıştır.
Aradan bunca yıl geçtikten sonra tarih, Türk Ülküsü’nü kalplerine kazıyan Türk nesillerinin Kızıl Elma’ya, Isık Göl’e, Tanrı Dağı’na ümit odunun düştüğü gözlerle, daha da çoğalarak bakmasıyla göstermiştir ki 3 Mayıs’ın yaralı vicdanı, ülkü alazında “bayram” olmayı hak edecek kadar yanmış, arınmıştır. Bu tarihin hatırlattığı sıkıntılar ise Nejdet Sançar’ın savunmasındaki son sözlerle milliyetçi diğerkâmlığın içinde eriyip gitmiştir: “Türk Irkı sağ olsun!”

Göktürk Ömer Çakır "Ötüken yayınları"

1944-45'de Türkçülük-Turancılık davasından bir grup Türkçü yargılamaktaydı, davanın teker teker düşürülmesiyle hepsi beraat ettiler bu davada yargılanan tek kişi Atsız olmuştur.
1944 Türkçülük/Turancılık davasında, Hüseyin Nihal Atsız ve Sabahattin Ali arasında süren davada 3 Mayıs 1944 tarihinde yapılan duruşmadan sonra "Ankara Nümayişi"ni anmak sebebiyle, ilk defa 3 mayıs 1945 yılında Tophane Askeri hapishanesinde Nihal Atsız, Zeki Velidi Togan, Nejdet Sançar ve Reha Oğuz Türkkan ile birlikte 10 mahkum Türkçülük gününü kutladı. İlerleyen senelerde de kutlanmaya devam ederek Türkçülük Günü olarak adını almıştır.

3 Mayıs, önemli bir siyasi çıkış olarak görülmektedir. Hüseyin Nihal Atsız ise 3 Mayıs hakkında, "3 Mayıs Türkçülüğün tarihinde bir dönüm noktası oldu. O zamana kadar yalnız duygu ve düşünce olan, edebî ve ilmî sınırları pek aşmayan Türkçülük, 1944 yılının 3 Mayısı'nda birdenbire hareket oluverdi... Önümüzdeki yüzyılın tarafsız tarihçileri 3 Mayıs'ın bir dönüm noktası olduğunu elbette teslim edeceklerdir." söyleminde bulunmuştur.
"Türkçüler! Toplu veya yalnız, her yerde 3 Mayısı analım ve Kür-Şad'ın hatırasını yürütelim." -Nihal Atsız

3 Mayıs Türkçülük Günü kutlu olsun.

Saygılarımla. 

Neler Söylendi?

Ahmet Torun

Güzel bir derleme teşekkür ederim,kıyamete kadar bu coğrafyada muktedir olarak Ne Mutlu Türküm Diyene diyerek nice 3 mayıslara 2 hafta önce
sanalbasin.com üyesidir