NASIL İNSAN?

AYDIN DELİKTAŞ

20-12-2022 11:36

Henüz on yaşlarındaydım. Bir sabah rahmetli annemi erken saatte ve kışın çat ayazında avlumuzda bir şeylerle uğraşırken gördüm.

 

Hafta sonu olduğu için geç kalkmıştım muhtemelen. Beni görür görmez, “Parkanı giy de gel çabuk” dedi.

 

Yanına iner inmez, iki eli hırkasının içinde, “Koş git, Şerif’i, Zehre’yi, Ayşe yengeni, Faddiliyi (adı Fatma teyzeydi ama büyükler bu isimle çağırırdı), Fikriye’yi çağır gelsinler” dedi. “Acele etsinler!” diye de tembihledi.

 

Zaten hepsi birer ikişer kapı ötemizdeki komşu kadınlardı. Tek tek kapılarını çalıp “Annem acele seni çağırıyor” dedim. Benim de merakım artmıştı. “Hayır olsun, bişey mi oldu?” diyene de “Bilmiyorum” deyip bir sonraki teyzenin adını veriyordum, “Onu da çağıracağım” diye.

 

Bazıları daha ben uzaklaşmadan atkısını başına örtüp bizim evin yolunu tuttu. Belki de en son gelen Ayşe yengemle bendim… Ayşe yengem hem de büyük amcamın hanımıydı.

 

Annem hiç geciktirmeden ve daha sormalarına bile fırsat vermeden söze, “Anam, siz nasıl insanlarsınız?” diye girince buz gibi hava daha da dondurucu hale geldi.

 

“Şu yeni taşınanların kapısını hiç mi itekleyip bir bakmadınız, sormadınız” dedi.

 

O teyzelerden birinin yanındaki eve yaz sonunda birileri taşınmıştı. Annemin direkt söze girişinden aslında kimi kastettiğini de hepsi anlamıştı ve ses etmemişlerdi. Komşu önemliydi ama kapı komşusu daha bir önemliydi.

 

Genç bir karı koca ve biri üç diğeri annesinin kucağında iki çocuk. At arabasının yarısı kadar eşya ile gelmişlerdi. Fazla eşyaları yoktu. Daha çok yatak-yorgan, ot yastıklar, bir somya ve mutfak gereçleri ile bohçalara sarılmış muhtemelen kıyafetlerden oluşan eşyalar kısa sürede eve yerleştirilmişti.

 

Sonraları öğrendiğimize göre adamın sabit bir işi yoktu. Sabah ezanı ile önce toptancı haline gidip orada kamyonlardan kasalarla sebze meyve indirip üç beş kuruş kazanıyormuş, oradaki işi bitince de amele pazarında günlük iş kovalıyormuş.

 

Doğal olarak bu ailenin diğer komşular gibi kara kışa hazırlanmış olması imkansızdı.

 

Rahmetli annemin o gün gözüne uyku girmemiş. Sabah erkenden kalkıp kocası işe gidince gitmiş çat kapı içeri girmiş. Kadının ve evin haline bakıp geri dönmüş. Kızgınlığını o anlatınca anladım.

 

“O sabiler buz tutmuş” dedi. “Evde un uçmuyor, kepek kaçmıyor” diye de ekledi. Diğer teyzeler de üzüldüler. Komşu kadınların suçlu kendileriymiş gibi mahcup dinlemeleri, bazılarının, “Biz ne bilek anam kimse söylemedi ki” demeleri karşılık bulmadı.

 

On dakikadan fazla sürmeyen bu küçük ama dev operasyon sonraki beş dakikada organizasyona dönüştü. O eve odun-kömür lazımdı, kışlık bulgur başta olmak üzere diğer kuru gıdalar lazımdı. Un lazımdı, yağ lazımdı…

 

Herkes bir ucundan tuttu. Fatma teyze kömür işini hallettirecekti. Oğlu valilikte çalışıyordu ve bu onun için kolay olacaktı. Un, bulgur işini Ayşe yengem üstlendi. Hafta sonu köyden kardeşlerinin geleceğini ve onlara tembihleyip hayırlarına getirteceğini söyledi.

 

Diğer bazı kuru gıdaları Şerif teyze saydı. (Muhtemelen adı Şerifeydi ama büyük-küçük herkes Şerif diye hitap ederdi.) Evlerinin altında büyükbaş hayvan beslerlerdi. Dolayısıyla günlük süt de ona düşmüştü.

 

Evin et ihtiyacı Fikriye teyzenin işiydi. Kocası kasaptı ve hiç ikileyip üstelemeden “Tamam abla ben hallederim” dedi. Sadece et değil, tüm sakatat türünü de annem ona tembihledi.

 

Zehre ablayla annem o günden başlamak üzere sebze meyve gibi günlük ihtiyaçlar için seferber olacaklardı. Tüm bunların takibini de yine anneme bıraktılar; “Anam sen bak söyle, hep birden sormayalım, arada uğra eksiklerini sor. Biz de uğrarız yine de” dediler.

 

O sabah çocuklar ve anneleri için giyilmemiş kışlık kazak, çorap, hırkadan tutunda, çayına şekerine kadar tam tekmil gönderilecek her şey bir bir konuşuldu.

 

Ben rahmetli annemin, sabah avluda boş bir işle uğraştığını zannederken belli ki o kafasında kimleri çağıracağını da belirlemişti. Onca komşunun içinde kimin hangi yardımı yapabileceğini önceden planlayıp beş kadınla işi bitirmişti.

 

Nakit para yardımı içinde herkes akraba, kavim, hısım durumu iyi olup zekattır, yardımdır verebileceklere haber salmak için sözleşip ayrıldı.

 

Annem çok rahatlamıştı. Sabah erkenden hazırladığı bir pazar çantası yiyecek malzemesini kendisi, bazı giysilerden oluşan bir çıkını ise bana verip o yeni komşulara gittik.  Ev bir oda bir de mutfaktan oluşuyordu. Bahçesinde de tuvaleti ve çeşmesi vardı. Elimizdekileri bıraktıktan sonra annem genç kadınla biraz konuşup evimize geldik.

 

Muhtemelen eskiden sosyal yardımlar yoktu. Varsa da bizim haberimiz yoktu. Kimsenin kapısına kolilerle yiyecek yardımı filan geldiğine şahit olmamıştık.

İlerleyen günlerde ilk olarak bir at arabası kömür geldi. Takip eden cumartesi rahmetli babam yine bir at arabası ile odun getirdi. Herkes üzerine düşeni hem de vakit geçirmeden yapmaya başladı.

 

Sokağımıza gelen seyyar satıcılardan alışveriş yapan teyzelerin, aldıklarından birer kilo daha alıp çocuklarla o eve gönderdiklerini seyretmenin iç hazzını hiçbir şeyin vermediğine halen şahidim.

 

Eminim ki, o mahallede o günlerde kimin sofrasına ne geliyorsa o ailenin sofrasında da aynı şeyler oluyordu.

 

Doymadan önce doyurmayı yaşam biçimi edinmiş o nesil, dayanışma ruhunun en zirvelerini yaşayıp bu dünyadan göçüp gitti.

 

(Hepsine rahmet olsun.)

 

Bunları niye yazıyorum?

 

Geçen gün haberlerde altı yaşında bir kız çocuğunun açlıktan ve darp edilmekten öldüğünü görünce dehşete düştüm. Hem de babaannesinin ve teyzesinin yanında bu açlığı ve ölümü yaşamış olmasının ona çektirdiği acıyı tahayyül bile edemedim.

 

Zihnimde hep rahmetli annemin o günkü sözü yankılandı durdu…

 

“Siz nasıl insanlarsınız?”

 

Sahi nasıl insanlar olduk?

DİĞER YAZILARI BİR DOKUNUŞ 01-01-1970 03:00 GELENEK... 01-01-1970 03:00 EKİP… 01-01-1970 03:00 YAĞDIR MEVLAM SU! 01-01-1970 03:00 AHDE VEFA 01-01-1970 03:00 NASILDI O SÖZ? 01-01-1970 03:00 OMURGA 01-01-1970 03:00 HARA 01-01-1970 03:00 FIRILDAK! 01-01-1970 03:00