DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
AYDIN DELİKTAŞ
AYDIN DELİKTAŞ
Giriş Tarihi : 26-04-2024 10:45

BİR DOKUNUŞ

İlkokul 4. sınıfa yeni geçmiştik. Üç yıldır birlikte olduğumuz arkadaşlarımızdan eksilen yoktu. Ama bir fazlamız vardı; Halime… Muhtemelen okula geç başlamış, 4. sınıfta da tekrara kalmıştı. Dolasıyla bizden iri yapısıyla ablamız sayılırdı.

 

Öğretmenimiz Halime’yi arka sıralardan birine oturttu. Dört yıl Türkan öğretmen okutmuştu ama 4. sınıfta tekrara bırakmıştı. Şimdi bizim gibi Duygu öğretmenin öğrencisiydi.

 

Öğretmeniz disiplinliydi. Sınıfın tırnak, saç kontrollerini, önlük, yakalık ve mendillerimizin temizliğini titizlikle denetlerdi. Kızlar kesinlikle saçlarını çift örgü yapacaklar, temiz önlüklerinin üzerinde mümkünse dantelle örülmüş yakalıklarını ütülü bir şekilde takacaklardı. Önlük altında beyaz uzun çorap olmalıydı. Beyaz yoksa siyah… Renkli çoraplara izin vermezdi.

 

Keza erkeklerde de saç tıraşı muntazam ve ala bluz, pantolonlarımız siyah ve tonları, ayakkabılarımız ise hangi tür olursa olsun temiz olacaktı. Kurallara hepimiz azami uyum sağlıyorduk.

 

İlk günden gözümüz Halime’ye takılmıştı. Saçı, Duygu öğretmenin istediği gibi taranmıyor ve örgüsüne dikkat gösterilmiyordu. Önlüğü öylesine soluktu ki, siyah değil neredeyse griye dönüşmüştü. Çorap kuralını bazen ihlal ettiği gibi ayakkabıları da temiz olmuyordu.

 

Duygu öğretmenimiz, daha o hafta bizim üç yıldır bildiğimiz kurallarını tek tek ve ısrarla yeniden anlattı. Belli ki, Halime’nin de bu kurallara uymasını istiyordu. Ama hedef almadan ve rencide etmeden.

 

Halime çok çekingendi. Kimseyle konuşmuyordu. Saçları sarı, gözleri çakır diye tabir ettiğimiz derecede açık maviydi. Bizden yaşça büyük olmasının yanı sıra vücudu da bizden ve diğer kızlardan cüsseliydi. Önlük giymese orta okul öğrencisi olduğu düşünülebilirdi.

 

Öğretmenimiz hiç parmak kaldırmayan Halime’nin muhtemelen seviyesini ölçmek için arada sırada “Halime sen söyle” diye sesleniyordu. Bazen tahtaya kaldırıp üstünü başını süzüyordu. Matematik dışında diğer tüm dersleri bizimle aynı seviyedeydi. Niye sınıf tekrarına kalmıştı; hiç öğrenemedik.

 

Sınıfımızdan diğer kızlarla arkadaşlık etmediği dikkatimizi çekti. Teneffüslerde de tek başınaydı. Oyunları uzaktan seyrediyor, 5. sınıfa geçmiş diğer arkadaşlarıyla da hiç konuşmuyordu.

 

Suskundu, sebebini kimse bilmiyordu.

Bir gün öğretmenimiz sınıfa girip “Çıkarın mendillerinizi, ellerinizi üzerine koyun” dedi. Elindeki cetvel en korktuğumuz silahıydı. Tek tek tırnaklarımıza, önlük, yakalık, kızların çorap, erkeklerin pantolon ve ayakkabılarına bakmaya başladı.

Saçları düzgün örülmemiş kızlara fırça atıyor, tırnakları hafta başı kesilmemiş olanlara ise cetveli masaya vurarak, “Yarın görmeyeceğim” diye sesini yükseltiyordu. Halime’nin yanına gittiğinde önce “Kızım ne bu saçlarının hali?” diye çıkıştı. Sonra hiç yapmadığı şekilde saçlarının örgüsünü çözüp yeniden örmeye başladı.

 

Biraz örmüştü ki, “Aaa.. Kızım senin saçında bit mi var?” dedi. Hepimiz Halime’ye dönmüştük. Öğretmenimiz Halime’nin saçları arasından görmediğimiz bir şeyler çıkarıp bakıyordu. Dikkat kesilmiş sınıfa, “Dönün önünüze” diye bağırıp Halime’yi camın kenarına götürdü.

 

Biz hiç bit görmemiştik… “Kızım sen yıkanmıyor musun?” diye sorunca Halime ellerini yüzüne götürüp ağlamaya başladı. Hıçkırıklara boğulmuştu. Ağlamaktan konuşamıyordu. Çok etkilenmiştik. Çıt çıkaramıyorduk. O ağladıkça biz mahcup olmuştuk.

 

Öğretmenimiz sandalyesine oturup Halime’nin iki elini de tutup “Ağlama anlat bakıyım” dedi. “Annen yıkamıyor mu seni?”

 

Halime, “anne” lafıyla sarsılarak hıçkırmaya başladı. Biraz sakinleştiğinde de ağzından dökülen sözler yüreğimize ok gibi saplandı… “Öğretmenim annemin elleri sakat, ben kendim yıkanıyorum. Diğer işlerimi de kendim yapıyorum”

 

“Tamam ağlama” dedi öğretmenimiz. Sınıf buz kesmişti. Nefes bile almıyorduk sanki. Sonra babasını, kardeşini, varsa akrabalarını tek tek sordu. Babasının iki inek beslediğini, süt satarak geçimini sağladığını, küçük bir erkek kardeşi olduğunu, aynı mahallede oturan bir halasının olduğunu, onun da dört çocuğu olduğunu, halasının annesiyle sürekli tartıştığını, başka akrabalarının olmadığını bir çırpıda öğrendi.

Öğretmenimiz evlerinin nerde olduğunu sorunca, bizim Öksürük tarlası olarak bildiğimiz, Pünzürük deresinin üst taraflarında, o dönemler daha çok hayvan besleyen ailelerin oturduğu bölgede olduğunu anlamış olduk. Biliyordum o tarafları… Çünkü babam hafta sonları canı sıkıldığında av tüfeğini yanına alıp o tarafa avlanmaya gider ben de peşine takılırdım. Tüfeği taşımanın ayrı bir sevincini yaşardım çocuk halimle…

 

Öğretmenimiz Halime’nin oturduğu tarafta oturan başka öğrencilerin olup olmadığını sordu. Bir kız ve bir erkek öğrenci daha vardı ama Halime onlardan daha ötede oturuyordu.

“Açın kitaplarınızı ve şu sayfaları okuyun sessizce. Çıtınız çıkmasın” deyip, Halime’yle birlikte sınıftan ayrıldı. Zil çalmadan geri döndü. Sonra o iki öğrenciye “Benimle gelin” dedi. “Bugün diğer derslerinize Müdür bey girecek. Terbiyesizlik yaptığınızı duymayayım” diye ekledi.

 

Eyvah… En korktuğumuzdu Hayrettin müdürümüz. Okula motoruyla gelirdi, motor sesini duyduğumuzda gözüne gözükmemek için köşe bucak kaçardık. Kimseyi dövdüğüne ya da hakaret ettiğine şahit olmamıştık ama yine de “Müdür” denildiğinde korkardık.

 

Ben diğer iki öğrenci gibi hemen çantamı toparlayıp müdürümüzün dersimize girecek olmasının korkusu ve paniği ile, “Öğretmenim ben de biliyorum orayı. Babamla ava gidiyoruz oraya ben de gelebilir miyim?” dedim.


Önce tereddüt etti, sonra beni de çantam elimde hazır görünce “Tamam sen de gel” dedi…

 

Öğretmenimiz ve Halime önde biz arkalarında Pünzürük deresi kenarından yürümeye başladık. Yol boyu öğretmenimiz Halime’ye sorması gereken ne varsa sordu. Bizim dinlememize izin vermedi. Yürürken aramızda mesafe bıraktı. Arada arkasına dönüp hem bizi kontrol etti hem de konuşmalarını duymadığımızdan emin oldu.

 

Halime’nin oturduğu ev küçük bir bahçesi olan, ahşap tek katlı bir evdi. İçeri girdiğimizde altının ahır, üstünün ev olduğunu gördük. Annesi öğretmenimizi ve bizi görünce çok telaşlandı. İki eli de sakattı. Bize göstermemeye çalışsa da el kısımları sanki tersti. Bir elinde sanki sadece büyükçe baş parmağı ve serçe parmağı vardı. Hareket edecek gibi değildi. Evin içine davet etti fakat öğretmenimiz bahçede oturup konuşmayı tercih etti.

Öğretmenimiz Halime’nin koşup getirdiği sandalyeye otururken bize de “Siz biraz dışarıda oyalanın. Kapının önünden ayrılmayın” dedi, çıktık. Halime önce koşarak biraz uzaktaki bir eve gidip halasını çağırdı. Sonra da koşa koşa gözden kayboldu. Halası şaşkın bir şekilde geldi eve.

“N’oldu? Siz kimsiniz?” diye sordu ama biz ses etmedik. “Öğretmenimiz içeride” dedik. Sessiz konuşmaları duyamıyorduk. Sonra birden Halime’nin annesi ve halasının sesleri yükselmeye başladı. Belli ki, bazı konularda birbirlerini suçluyorlardı. Öğretmenimiz daha baskın bir sesle, “Bırakın tartışmayı” diye bağırınca yine sessizlik oldu.

 

Halime bir süre sonra babasıyla birlikte geldi. Bir ev o günün şartlarında nasıl fakir olursa, insanların üzerinden fakirlik nasıl akarsa o gün tanık olduk. Bizler birkaç odalı, banyolu, tuvaletli betonarme evlerimizde yaşarken, bazılarının hangi şartlarda yaşayıp bizimle aynı sınıfı paylaştığına inanamadık.

Halime gözlerimizin içine hiç bakmıyordu. Babası içeri girerken bahçe kapısını açık bırakmıştı. Öğretmenimize “Hoş geldin” derken sırtında bazı yerlerine yama yapılmış gömleğinin son düğmesini de iliklemekle meşguldü. Ayakkabılarının arkası yoktu, kesilmiş terliğe dönüştürülmüştü. Pantolonunun dizlerinde büyük yamalar vardı. Kemer yerine beline ip bağlamıştı. Kasketini çıkardığında sarı saçlarının terden yapış yapış olduğunu gördük. İneklerini yaymaya götürdüğünü, komşusuna emanet edip geldiğini söyledi.

 

Öğretmeniz halasına sert, babasına ve annesine daha yumuşak tonda konuşuyordu. Halime’yi yanına çekmiş, kolunda tutmuştu. Uzun süre konuştular. Halime’nin banyo vs. gibi ihtiyaçlarını halasının karşılamasını istedi. İtiraz ettirmedi. Sözünü kestirmedi. Halasına çok sert sözler sarf etti ve tüm bunları takip edeceğini aksi halde başka yollara başvuracağını söyledi.

 

Ne demek istedi ne anlattı ne kast etti biz anlamadık. Yumuşayan ve hepsine “Tamam, tamam, tamam” diye karşılık veren halasının çay, kahve teklifini ise istemedi. Annesi çok ağladı. Babası iki eli önünde bağlı öğretmenimize defalarca “Tamam öğretmen hanım, kusurumuza bakmayın öğretmen hanım, Allah razı olsun öğretmen hanım” gibi sözler sarf etti.

Halime’yi evinde bırakıp öğretmenimiz önde biz bir iki adım gerisinde okulun yolunu tuttuk. Diğer iki arkadaşımı da evlerine yaklaşınca, “Evinize gidin” deyip gönderdi. Kalan bölümde öğretmenimiz tek kelime etmedi.

Okula döndüğümüzde son ders bitmek üzereydi. Beni de eve gönderip kendisi okula döndü. Halime ertesi gün ve sonraki günlerde saçı daha temiz ve düzgün örülmüş olarak gelmeye başladı. Öğretmenimizin tembihlediği gibi okulda kimseye bir şey anlatmadık. Halime’ye de o konuda ne bir şey sorduk ne de bahsini açtık.

Ertesi pazartesi bizi şok eden gelişme oldu. Okul önünde sıra olup töreni beklemeye başladık. Önce Atacan öğretmenimizin komutuyla hep bir ağızdan İstiklal Marşı’mızı okuduk. Halime sırada yoktu. Gelmedi sanıyorduk. Ama İstiklal Marşı’ndan sonra Halime’yi tam karşımızda bulduk.

 

Öğretmenimiz elinden tuttuğu Halime’yi tam karşımıza basamakların üzerinde bırakıp, “Başla kızım” dedi. 5. sınıf öğrencilerinin okuttuğu, bizim de gür sesle tekrarladığımız andımızı bize Halime okuttu.

 

Öylesine gür sesle bağırıyordu ki hem okulu hem sokağı inletiyordu… Adeta biz topluca onu, o tek başına bizi bastırmaya çalışıyordu…
 

Üstelik, yepyeni bir önlük giyinmişti. Örgülü sarı saçları pırıl pırıl parlıyordu. Yakalığı danteldi. Beyaz çoraplarının altında ayakkabısı da yenilenmişti. Yaka cebindeki beyaz mendili bile göze çarpıyordu.

 

O bize andımızı okuturken öğretmenimiz ellerini birbirine kavuşturmuş ilk defa görmüş gibi Halime’yi seyrediyordu. Türkan öğretmen sınıfının başından ayrılmadı. Sadece öğrencilerini süzmekle yetindi.

 

Halime andımızın sonunda, “Ne mutlu Türk’üm diyeneee” diye öyle bir bağırdı ki, sanki sesi beş sınıfın tamamından fazla çıktı.

 

Belki dört yıl hiç katılmadığı ya da katılamadığı ilk 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımızda da okulumuzun ismini en önde Halime taşıdı.
 

Bir dokunuş, okuldaki son iki yılında adeta Halime’nin hayatını değiştirmişti. O dokunuş belki hayatın kendisineydi. Elbette bir mucize değildi. Sadece geç kalınmış ama doğru zamanda ve en hassas biçimde; bize göre küçük, onun hayatında çok büyük yer eden bir müdahaleydi.

Kuşkusuz o güne kadar aldığımız derslerin, girdiğimiz sınavların en önemlisiydi.

Hem bizim hem diğer tüm öğretmenlerin…
 

Bu hafta kutladığımız 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda çocuklarımızın sevinç ve gururlarını görünce yıllar öncesine gittim. Biraz buruk ama eksilmeyen gurur ve sevinçle…

 

Başta Başöğretmenimiz Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere ebediyete göç eden tüm öğretmenlerimize rahmet, yaşayanlara sağlık uzun ömürler dilerim.


Sağlıcakla kalın.

BİR DOKUNUŞ

 

İlkokul 4. sınıfa yeni geçmiştik. Üç yıldır birlikte olduğumuz arkadaşlarımızdan eksilen yoktu. Ama bir fazlamız vardı; Halime… Muhtemelen okula geç başlamış, 4. sınıfta da tekrara kalmıştı. Dolasıyla bizden iri yapısıyla ablamız sayılırdı.

 

Öğretmenimiz Halime’yi arka sıralardan birine oturttu. Dört yıl Türkan öğretmen okutmuştu ama 4. sınıfta tekrara bırakmıştı. Şimdi bizim gibi Duygu öğretmenin öğrencisiydi.

 

Öğretmeniz disiplinliydi. Sınıfın tırnak, saç kontrollerini, önlük, yakalık ve mendillerimizin temizliğini titizlikle denetlerdi. Kızlar kesinlikle saçlarını çift örgü yapacaklar, temiz önlüklerinin üzerinde mümkünse dantelle örülmüş yakalıklarını ütülü bir şekilde takacaklardı. Önlük altında beyaz uzun çorap olmalıydı. Beyaz yoksa siyah… Renkli çoraplara izin vermezdi.

 

Keza erkeklerde de saç tıraşı muntazam ve ala bluz, pantolonlarımız siyah ve tonları, ayakkabılarımız ise hangi tür olursa olsun temiz olacaktı. Kurallara hepimiz azami uyum sağlıyorduk.

 

İlk günden gözümüz Halime’ye takılmıştı. Saçı, Duygu öğretmenin istediği gibi taranmıyor ve örgüsüne dikkat gösterilmiyordu. Önlüğü öylesine soluktu ki, siyah değil neredeyse griye dönüşmüştü. Çorap kuralını bazen ihlal ettiği gibi ayakkabıları da temiz olmuyordu.

 

Duygu öğretmenimiz, daha o hafta bizim üç yıldır bildiğimiz kurallarını tek tek ve ısrarla yeniden anlattı. Belli ki, Halime’nin de bu kurallara uymasını istiyordu. Ama hedef almadan ve rencide etmeden.

 

Halime çok çekingendi. Kimseyle konuşmuyordu. Saçları sarı, gözleri çakır diye tabir ettiğimiz derecede açık maviydi. Bizden yaşça büyük olmasının yanı sıra vücudu da bizden ve diğer kızlardan cüsseliydi. Önlük giymese orta okul öğrencisi olduğu düşünülebilirdi.

 

Öğretmenimiz hiç parmak kaldırmayan Halime’nin muhtemelen seviyesini ölçmek için arada sırada “Halime sen söyle” diye sesleniyordu. Bazen tahtaya kaldırıp üstünü başını süzüyordu. Matematik dışında diğer tüm dersleri bizimle aynı seviyedeydi. Niye sınıf tekrarına kalmıştı; hiç öğrenemedik.

 

Sınıfımızdan diğer kızlarla arkadaşlık etmediği dikkatimizi çekti. Teneffüslerde de tek başınaydı. Oyunları uzaktan seyrediyor, 5. sınıfa geçmiş diğer arkadaşlarıyla da hiç konuşmuyordu.

 

Suskundu, sebebini kimse bilmiyordu.

Bir gün öğretmenimiz sınıfa girip “Çıkarın mendillerinizi, ellerinizi üzerine koyun” dedi. Elindeki cetvel en korktuğumuz silahıydı. Tek tek tırnaklarımıza, önlük, yakalık, kızların çorap, erkeklerin pantolon ve ayakkabılarına bakmaya başladı.

Saçları düzgün örülmemiş kızlara fırça atıyor, tırnakları hafta başı kesilmemiş olanlara ise cetveli masaya vurarak, “Yarın görmeyeceğim” diye sesini yükseltiyordu. Halime’nin yanına gittiğinde önce “Kızım ne bu saçlarının hali?” diye çıkıştı. Sonra hiç yapmadığı şekilde saçlarının örgüsünü çözüp yeniden örmeye başladı.

 

Biraz örmüştü ki, “Aaa.. Kızım senin saçında bit mi var?” dedi. Hepimiz Halime’ye dönmüştük. Öğretmenimiz Halime’nin saçları arasından görmediğimiz bir şeyler çıkarıp bakıyordu. Dikkat kesilmiş sınıfa, “Dönün önünüze” diye bağırıp Halime’yi camın kenarına götürdü.

 

Biz hiç bit görmemiştik… “Kızım sen yıkanmıyor musun?” diye sorunca Halime ellerini yüzüne götürüp ağlamaya başladı. Hıçkırıklara boğulmuştu. Ağlamaktan konuşamıyordu. Çok etkilenmiştik. Çıt çıkaramıyorduk. O ağladıkça biz mahcup olmuştuk.

 

Öğretmenimiz sandalyesine oturup Halime’nin iki elini de tutup “Ağlama anlat bakıyım” dedi. “Annen yıkamıyor mu seni?”

 

Halime, “anne” lafıyla sarsılarak hıçkırmaya başladı. Biraz sakinleştiğinde de ağzından dökülen sözler yüreğimize ok gibi saplandı… “Öğretmenim annemin elleri sakat, ben kendim yıkanıyorum. Diğer işlerimi de kendim yapıyorum”

 

“Tamam ağlama” dedi öğretmenimiz. Sınıf buz kesmişti. Nefes bile almıyorduk sanki. Sonra babasını, kardeşini, varsa akrabalarını tek tek sordu. Babasının iki inek beslediğini, süt satarak geçimini sağladığını, küçük bir erkek kardeşi olduğunu, aynı mahallede oturan bir halasının olduğunu, onun da dört çocuğu olduğunu, halasının annesiyle sürekli tartıştığını, başka akrabalarının olmadığını bir çırpıda öğrendi.

Öğretmenimiz evlerinin nerde olduğunu sorunca, bizim Öksürük tarlası olarak bildiğimiz, Pünzürük deresinin üst taraflarında, o dönemler daha çok hayvan besleyen ailelerin oturduğu bölgede olduğunu anlamış olduk. Biliyordum o tarafları… Çünkü babam hafta sonları canı sıkıldığında av tüfeğini yanına alıp o tarafa avlanmaya gider ben de peşine takılırdım. Tüfeği taşımanın ayrı bir sevincini yaşardım çocuk halimle…

 

Öğretmenimiz Halime’nin oturduğu tarafta oturan başka öğrencilerin olup olmadığını sordu. Bir kız ve bir erkek öğrenci daha vardı ama Halime onlardan daha ötede oturuyordu.

“Açın kitaplarınızı ve şu sayfaları okuyun sessizce. Çıtınız çıkmasın” deyip, Halime’yle birlikte sınıftan ayrıldı. Zil çalmadan geri döndü. Sonra o iki öğrenciye “Benimle gelin” dedi. “Bugün diğer derslerinize Müdür bey girecek. Terbiyesizlik yaptığınızı duymayayım” diye ekledi.

 

Eyvah… En korktuğumuzdu Hayrettin müdürümüz. Okula motoruyla gelirdi, motor sesini duyduğumuzda gözüne gözükmemek için köşe bucak kaçardık. Kimseyi dövdüğüne ya da hakaret ettiğine şahit olmamıştık ama yine de “Müdür” denildiğinde korkardık.

 

Ben diğer iki öğrenci gibi hemen çantamı toparlayıp müdürümüzün dersimize girecek olmasının korkusu ve paniği ile, “Öğretmenim ben de biliyorum orayı. Babamla ava gidiyoruz oraya ben de gelebilir miyim?” dedim.


Önce tereddüt etti, sonra beni de çantam elimde hazır görünce “Tamam sen de gel” dedi…

 

Öğretmenimiz ve Halime önde biz arkalarında Pünzürük deresi kenarından yürümeye başladık. Yol boyu öğretmenimiz Halime’ye sorması gereken ne varsa sordu. Bizim dinlememize izin vermedi. Yürürken aramızda mesafe bıraktı. Arada arkasına dönüp hem bizi kontrol etti hem de konuşmalarını duymadığımızdan emin oldu.

 

Halime’nin oturduğu ev küçük bir bahçesi olan, ahşap tek katlı bir evdi. İçeri girdiğimizde altının ahır, üstünün ev olduğunu gördük. Annesi öğretmenimizi ve bizi görünce çok telaşlandı. İki eli de sakattı. Bize göstermemeye çalışsa da el kısımları sanki tersti. Bir elinde sanki sadece büyükçe baş parmağı ve serçe parmağı vardı. Hareket edecek gibi değildi. Evin içine davet etti fakat öğretmenimiz bahçede oturup konuşmayı tercih etti.

Öğretmenimiz Halime’nin koşup getirdiği sandalyeye otururken bize de “Siz biraz dışarıda oyalanın. Kapının önünden ayrılmayın” dedi, çıktık. Halime önce koşarak biraz uzaktaki bir eve gidip halasını çağırdı. Sonra da koşa koşa gözden kayboldu. Halası şaşkın bir şekilde geldi eve.

“N’oldu? Siz kimsiniz?” diye sordu ama biz ses etmedik. “Öğretmenimiz içeride” dedik. Sessiz konuşmaları duyamıyorduk. Sonra birden Halime’nin annesi ve halasının sesleri yükselmeye başladı. Belli ki, bazı konularda birbirlerini suçluyorlardı. Öğretmenimiz daha baskın bir sesle, “Bırakın tartışmayı” diye bağırınca yine sessizlik oldu.

 

Halime bir süre sonra babasıyla birlikte geldi. Bir ev o günün şartlarında nasıl fakir olursa, insanların üzerinden fakirlik nasıl akarsa o gün tanık olduk. Bizler birkaç odalı, banyolu, tuvaletli betonarme evlerimizde yaşarken, bazılarının hangi şartlarda yaşayıp bizimle aynı sınıfı paylaştığına inanamadık.

Halime gözlerimizin içine hiç bakmıyordu. Babası içeri girerken bahçe kapısını açık bırakmıştı. Öğretmenimize “Hoş geldin” derken sırtında bazı yerlerine yama yapılmış gömleğinin son düğmesini de iliklemekle meşguldü. Ayakkabılarının arkası yoktu, kesilmiş terliğe dönüştürülmüştü. Pantolonunun dizlerinde büyük yamalar vardı. Kemer yerine beline ip bağlamıştı. Kasketini çıkardığında sarı saçlarının terden yapış yapış olduğunu gördük. İneklerini yaymaya götürdüğünü, komşusuna emanet edip geldiğini söyledi.

 

Öğretmeniz halasına sert, babasına ve annesine daha yumuşak tonda konuşuyordu. Halime’yi yanına çekmiş, kolunda tutmuştu. Uzun süre konuştular. Halime’nin banyo vs. gibi ihtiyaçlarını halasının karşılamasını istedi. İtiraz ettirmedi. Sözünü kestirmedi. Halasına çok sert sözler sarf etti ve tüm bunları takip edeceğini aksi halde başka yollara başvuracağını söyledi.

 

Ne demek istedi ne anlattı ne kast etti biz anlamadık. Yumuşayan ve hepsine “Tamam, tamam, tamam” diye karşılık veren halasının çay, kahve teklifini ise istemedi. Annesi çok ağladı. Babası iki eli önünde bağlı öğretmenimize defalarca “Tamam öğretmen hanım, kusurumuza bakmayın öğretmen hanım, Allah razı olsun öğretmen hanım” gibi sözler sarf etti.

Halime’yi evinde bırakıp öğretmenimiz önde biz bir iki adım gerisinde okulun yolunu tuttuk. Diğer iki arkadaşımı da evlerine yaklaşınca, “Evinize gidin” deyip gönderdi. Kalan bölümde öğretmenimiz tek kelime etmedi.

Okula döndüğümüzde son ders bitmek üzereydi. Beni de eve gönderip kendisi okula döndü. Halime ertesi gün ve sonraki günlerde saçı daha temiz ve düzgün örülmüş olarak gelmeye başladı. Öğretmenimizin tembihlediği gibi okulda kimseye bir şey anlatmadık. Halime’ye de o konuda ne bir şey sorduk ne de bahsini açtık.

Ertesi pazartesi bizi şok eden gelişme oldu. Okul önünde sıra olup töreni beklemeye başladık. Önce Atacan öğretmenimizin komutuyla hep bir ağızdan İstiklal Marşı’mızı okuduk. Halime sırada yoktu. Gelmedi sanıyorduk. Ama İstiklal Marşı’ndan sonra Halime’yi tam karşımızda bulduk.

 

Öğretmenimiz elinden tuttuğu Halime’yi tam karşımıza basamakların üzerinde bırakıp, “Başla kızım” dedi. 5. sınıf öğrencilerinin okuttuğu, bizim de gür sesle tekrarladığımız andımızı bize Halime okuttu.

 

Öylesine gür sesle bağırıyordu ki hem okulu hem sokağı inletiyordu… Adeta biz topluca onu, o tek başına bizi bastırmaya çalışıyordu…
 

Üstelik, yepyeni bir önlük giyinmişti. Örgülü sarı saçları pırıl pırıl parlıyordu. Yakalığı danteldi. Beyaz çoraplarının altında ayakkabısı da yenilenmişti. Yaka cebindeki beyaz mendili bile göze çarpıyordu.

 

O bize andımızı okuturken öğretmenimiz ellerini birbirine kavuşturmuş ilk defa görmüş gibi Halime’yi seyrediyordu. Türkan öğretmen sınıfının başından ayrılmadı. Sadece öğrencilerini süzmekle yetindi.

 

Halime andımızın sonunda, “Ne mutlu Türk’üm diyeneee” diye öyle bir bağırdı ki, sanki sesi beş sınıfın tamamından fazla çıktı.

 

Belki dört yıl hiç katılmadığı ya da katılamadığı ilk 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımızda da okulumuzun ismini en önde Halime taşıdı.
 

Bir dokunuş, okuldaki son iki yılında adeta Halime’nin hayatını değiştirmişti. O dokunuş belki hayatın kendisineydi. Elbette bir mucize değildi. Sadece geç kalınmış ama doğru zamanda ve en hassas biçimde; bize göre küçük, onun hayatında çok büyük yer eden bir müdahaleydi.

Kuşkusuz o güne kadar aldığımız derslerin, girdiğimiz sınavların en önemlisiydi.

Hem bizim hem diğer tüm öğretmenlerin…
 

Bu hafta kutladığımız 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda çocuklarımızın sevinç ve gururlarını görünce yıllar öncesine gittim. Biraz buruk ama eksilmeyen gurur ve sevinçle…

 

Başta Başöğretmenimiz Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere ebediyete göç eden tüm öğretmenlerimize rahmet, yaşayanlara sağlık uzun ömürler dilerim.


Sağlıcakla kalın.

NELER SÖYLENDİ?
@
NAMAZ VAKİTLERİ
PUAN DURUMU
  • Süper LigOP
  • 1GALATASARAY3596
  • 2FENERBAHÇE3590
  • 3TRABZONSPOR3558
  • 4RAMS BAŞAKŞEHİR FUTBOL KULÜBÜ3555
  • 5BEŞİKTAŞ3554
  • 6CORENDON ALANYASPOR3549
  • 7KASIMPAŞA3549
  • 8ÇAYKUR RİZESPOR3549
  • 9EMS YAPI SİVASSPOR3548
  • 10BITEXEN ANTALYASPOR3545
  • 11YUKATEL ADANA DEMİRSPOR3544
  • 12YILPORT SAMSUNSPOR3542
  • 13MONDİHOME KAYSERİSPOR3541
  • 14MKE ANKARAGÜCÜ3539
  • 15VAVACARS FATİH KARAGÜMRÜK3537
  • 16TÜMOSAN KONYASPOR3537
  • 17GAZİANTEP FUTBOL KULÜBÜ3535
  • 18ATAKAŞ HATAYSPOR3534
  • 19SİLTAŞ YAPI PENDİKSPOR FUTBOL3533
  • 20İSTANBULSPOR3516
Gazete Manşetleri
Yol Durumu
BURÇ YORUMLARI
  • KOÇ
    Koç Burcu
  • BOĞA
    Boğa Burcu
  • İKİZLER
    İkizler Burcu
  • YENGEÇ
    Yengeç Burcu
  • ASLAN
    Aslan Burcu
  • BAŞAK
    Başak Burcu
  • TERAZİ
    Terazi Burcu
  • AKREP
    Akrep Burcu
  • YAY
    Yay Burcu
  • OĞLAK
    Oğlak Burcu
  • KOVA
    Kova Burcu
  • BALIK
    Balık Burcu
ANKET OYLAMA TÜMÜ
E-Bülten Kayıt
ARŞİV ARAMA
sanalbasin.com üyesidir