1871 yılında Şarkışla’nın Kılıççı köyünde doğmuştur. Babası Hamza iki kardeşiyle beraber Arapkir’in Mestmur köyünden Şarkışla’nın Hardal köyüne yerleşmiş, oradan da Kılıççı’ya gelmiştir. Hamza Kâhya’nın Dokuz kız üç erkek evladı olmuştur. Veli içlerinde en küçüğüdür. Asıl adı Veliyüddin olmakla beraber halk kısa ona Veli demiştir. Bir müddet köyündeki okula devam etmiş, daha sonra köyün ileri gelenlerinden dersler almıştır. Gençliğinde Kerem Ali Baba’nın müritlerinden olan Zileli Vacit (Kerem Alibaba Tekkesi dervişlerinden Derviş Mahmud)’le karşılaşmış, ondan erkan öğrenmiş ilminden yararlanmıştır. Alakilise köyünde Uryan Hızır Ocağına bağlı Rahim Ağa’nın oğlu Mustafa ile musahip olmuştur. Ankara, İstanbul, İzmir, Rodos yolu ile Beyrut’a, Eski Sivas Valisi (1894-1899) olan Beyrut Valisi Halil Halil Paşa’yı ziyarete gitmiş; orada bir müddet misafir kaldıktan sonra ondan aldığı tavsiye mektubunu da Mersin, Tarsus, Adana, Kayseri yolu ile Sivas Valisi Reşit Âkif Paşa’ya vermiştir. Vali de Agâhî’yi 1905’te Ağcakışla Tahsildarlığına atamıştır. Agâhî, 1911-1914 yıllarında da Pınarbaşı’nda Piyade Tahsildarlığı yapmış, Birinci Dünya Savaşının başlaması üzerine askere alınmış, Şarkışla’da Askerlik Şubesi yazıcılığına getirilmiştir. 1916 yılında koleraya yakalanan Agâhî, bu hastalıktan kurtulamayıp aynı yıl vefat etmiştir. Ailesinde bana verilen defterdeki notta da Agâhî’nin 1916’da öldüğü kayıtlıdır. Âşık Devranî (Hasan Tutal), Agâhî’ye 1914’te Kızılcakışla köyünde zehir verildiğini ve Agâhî’nin aynı gün Şarkışla’da vefat ettiği ifade etmiştir. Mazarı Şarkışla mezarlığındadır. 9 Eylül 2006 günü torunu Meryem Gerçek tarafından yaptırılan mezarının açılışı yapılmıştır. Agâhî, fiziki olarak uzun boylu yeşil gözlüdür. Agâhî’nin dört oğlu (Vahdi, Kâzım, Ali Rıza, Abdülaziz) ve 3 kızı (Zehra, Gürcü, Hayriye) olmuştur.
Agâhî, ilk şiirlerinde Veli mahlasını kullanmakla beraber, sonraları Agâhî’yi tercih etti. Bu mahlası, Bektaşî tarikatine girdikten sonra mürşidi İsmail Hakkı Baba vermiştir.
Alevî düşüncesine son derece hâkim olan Agâhî, şiirlerinde sık sık buna yer vermekten geri durmamıştır. Kerbelâ hadisesi, pençe-i âl-i aba, On iki İmam sevgisi ustalıklı bir şekilde kendisine yer bulmuştur. Bu yüzdendir ki, cemlerde Hatayî, Kul Himmet, Pir Sultan gibi ozanların yanı sıra Agâhî’nin de şiirleri okunmaktadır. Şiir tekniği çok sağlamdır. Koşma tipi şiirlerinin yanında beyitlerle vücuda getirdiği şiirler de vardır. Şiirleri, genellikle hece ölçüsüyledir, ancak aruz ölçüsüyle de şiirle yazmıştır.
Sürmeli*
Seher vakti çaldım yârin kapısın
Baktım yârin kapıları sürmeli
Boş bulmadım otağının yapısın
Çıkageldi bir gözleri sürmeli
Açtırdım kapıyı girdim içeri
Aklımı başımdan aldı bir peri
Dedim sende buldum halis gevheri
Dedi yok yok bir mihenge sürmeli
Dedim ki ne kadar yüzümden bezdin
Etim kebap edip derimi yüzdün
Âşık katletmeye silah mı dizdin
Martinle mavzeri birden sürmeli
Dedim hiç yapı yok senin yapında
Oynanılmaz urganında ipinde
Ölenece bekleyim mi kapında
Dedi yok yok seni burdan sürmeli
Bu kevn ü mekânı tuttu ışığın
Nöbetin bekleyen alır keşiğin
Beklemeli o sultanın eşiğin
Günde yüz bin kere yüzler sürmeli
Agâhî karıştır kanı yaş ile
Hak bulunmaz hayâl ile düş ile
Eremen menzile bu gidiş ile
Hemen aşk atına binip sürmeli
Hak Hak Diyerek
Sofi sen kendini arif sınırsın
“Benden özge arif yok yok” diyerek
Suret-i zahirde kafa sallarsın
Oturur kalkarsın “Hak Hak” diyerek
Gûş eyle pendimi ey sofu zade
Sen bu gönül ile kalırsın dağda
Senin gibi gezer leylek havada
Geçirir gününü “lak lak” diyerek
Anda körsün eğer bunda kör isen
Râh-ı erenlerden bî-haber isen
Yarın Hakk’ın divanına varırsan
Kovarlar taşraya “çık çık” diyerek
Tarik-ı Hakk’a gir etme tehiri
Bil Hacı Bektaş’ı fahr-ı fakiri
Sûfi kardeş pişman olup ahiri
Döversin dizini “vah vah” diyerek
Âgâhî’nin bu sözünde durmazsan
Ebedî kör kalın meydan görmezsen
Hacı Bektaş tarikına girmezsen
Sonra canın çıkar “hık mık” diyerek
Var
Hilebaz diyorlar azizim amma
Ne hilem ne de bir hileciğim var
Kimisine baldan lezizim amma
Kimine zehirden acılığım var
Yüzüm döndürmedim adu taşından
Kaynadı kazanım aşk ataşından
Değirmen döndürdüm çeşmim yaşından
Usta olmadımsa suculuğum var
Gâhi usta eyler gâh sucu eyler
Gâhi yara açar gâh ilaç eyler
Hasılı dost bizi eğlence eyler
Yâr ile böyle bir cilveliğim var
Kimisi Malikî kimi Hanbelî
Kimisi Bedevî kimi Sünbülî
Ben de Kızılbaş’ım Allah’ın kulu
Hemi de güruh-ı naciliğim var
Bakın şu zahide ne söylemişler
Agâhî’ye Kızılbaş’tır demişler
Hacc’a gitmez diye ta’n eylemişler
Benim ise yılda hacılığım var
Dağıdır*
Gam kasavet keder başa derildi
Anca bu yarayı bozan dağıdır
Bu dert bize ta ezelden verildi
Sinemdeki olan yürek dağıdır
Gönül tutulmazdın her tuzak ile
Ahir tutup bent ettiler bağ ile
Dağ vurdular dağladılar dağ ile
Dediler ki bizim yozun dağıdır
Gördünüz mü şu Ferhad’ın işini
Kerem sevda için çekti dişini
Ben de yaslanayım bir dağ başını
Desinler ki bu da Mecnun dağıdır
Dertli Kerem ile Behlül-i Dânâ
Bunlar aşk elinden oldu şuarâ
Âgâhî şuarâ oldukça amma
Saçma sapan söyler sözün dağıdır