AGÂHÎ

Doğan KAYA

04-09-2020 12:26

  1871 yılında Şarkışla’nın Kılıççı köyünde doğmuştur. Babası Hamza iki kardeşiyle beraber Arapkir’in Mestmur köyünden Şarkışla’nın Hardal köyüne yerleşmiş, oradan da Kılıççı’ya gelmiştir. Hamza Kâhya’nın Dokuz kız üç erkek evladı olmuştur. Veli içlerinde en küçüğüdür. Asıl adı Veliyüddin olmakla beraber halk kısa ona Veli demiştir. Bir müddet köyündeki okula devam etmiş, daha sonra köyün ileri gelenlerinden dersler almıştır. Gençliğinde Kerem Ali Baba’nın müritlerinden olan Zileli Vacit (Kerem Alibaba Tekkesi dervişlerinden Derviş Mahmud)’le karşılaşmış, ondan erkan öğrenmiş ilminden yararlanmıştır. Alakilise köyünde Uryan Hızır Ocağına bağlı Rahim Ağa’nın oğlu Mustafa ile musahip olmuştur. Ankara, İstanbul, İzmir, Rodos yolu ile Beyrut’a, Eski Sivas Valisi (1894-1899) olan Beyrut Valisi Halil Halil Paşa’yı ziyarete gitmiş; orada bir müddet misafir kaldıktan sonra ondan aldığı tavsiye mektubunu da Mersin, Tarsus, Adana, Kayseri yolu ile Sivas Valisi Reşit Âkif Paşa’ya vermiştir. Vali de Agâhî’yi 1905’te Ağcakışla Tahsildarlığına atamıştır. Agâhî, 1911-1914 yıllarında da Pınarbaşı’nda Piyade Tahsildarlığı yapmış, Birinci Dünya Savaşının başlaması üzerine askere alınmış, Şarkışla’da Askerlik Şubesi yazıcılığına getirilmiştir. 1916 yılında koleraya yakalanan Agâhî, bu hastalıktan kurtulamayıp aynı yıl vefat etmiştir. Ailesinde bana verilen defterdeki notta da Agâhî’nin 1916’da öldüğü kayıtlıdır. Âşık Devranî (Hasan Tutal), Agâhî’ye 1914’te Kızılcakışla köyünde zehir verildiğini ve Agâhî’nin aynı gün Şarkışla’da vefat ettiği ifade etmiştir. Mazarı Şarkışla mezarlığındadır. 9 Eylül 2006 günü torunu Meryem Gerçek tarafından yaptırılan mezarının açılışı yapılmıştır. Agâhî, fiziki olarak uzun boylu yeşil gözlüdür. Agâhî’nin dört oğlu (Vahdi, Kâzım, Ali Rıza, Abdülaziz) ve 3 kızı (Zehra, Gürcü, Hayriye) olmuştur.  Agâhî, ilk şiirlerinde Veli mahlasını kullanmakla beraber, sonraları Agâhî’yi tercih etti. Bu mahlası, Bektaşî tarikatine girdikten sonra mürşidi İsmail Hakkı Baba vermiştir.  Alevî düşüncesine son derece hâkim olan Agâhî, şiirlerinde sık sık buna yer vermekten geri durmamıştır. Kerbelâ hadisesi, pençe-i âl-i aba, On iki İmam sevgisi ustalıklı bir şekilde kendisine yer bulmuştur. Bu yüzdendir ki, cemlerde Hatayî, Kul Himmet, Pir Sultan gibi ozanların yanı sıra Agâhî’nin de şiirleri okunmaktadır. Şiir tekniği çok sağlamdır. Koşma tipi şiirlerinin yanında beyitlerle vücuda getirdiği şiirler de vardır. Şiirleri, genellikle hece ölçüsüyledir, ancak aruz ölçüsüyle de şiirle yazmıştır.    Sürmeli* Seher vakti çaldım yârin kapısın Baktım yârin kapıları sürmeli Boş bulmadım otağının yapısın Çıkageldi bir gözleri sürmeli   Açtırdım kapıyı girdim içeri Aklımı başımdan aldı bir peri Dedim sende buldum halis gevheri Dedi yok yok bir mihenge sürmeli   Dedim ki ne kadar yüzümden bezdin Etim kebap edip derimi yüzdün Âşık katletmeye silah mı dizdin Martinle mavzeri birden sürmeli   Dedim hiç yapı yok senin yapında Oynanılmaz urganında ipinde Ölenece bekleyim mi kapında Dedi yok yok seni burdan sürmeli   Bu kevn ü mekânı tuttu ışığın Nöbetin bekleyen alır keşiğin Beklemeli o sultanın eşiğin Günde yüz bin kere yüzler sürmeli   Agâhî karıştır kanı yaş ile Hak bulunmaz hayâl ile düş ile Eremen menzile bu gidiş ile Hemen aşk atına binip sürmeli     Hak Hak Diyerek Sofi sen kendini arif sınırsın “Benden özge arif yok yok” diyerek Suret-i zahirde kafa sallarsın Oturur kalkarsın “Hak Hak” diyerek   Gûş eyle pendimi ey sofu zade Sen bu gönül ile kalırsın dağda Senin gibi gezer leylek havada Geçirir gününü “lak lak” diyerek   Anda körsün eğer bunda kör isen Râh-ı erenlerden bî-haber isen Yarın Hakk’ın divanına varırsan Kovarlar taşraya “çık çık” diyerek   Tarik-ı Hakk’a gir etme tehiri Bil Hacı Bektaş’ı fahr-ı fakiri Sûfi kardeş pişman olup ahiri Döversin dizini “vah vah” diyerek   Âgâhî’nin bu sözünde durmazsan Ebedî kör kalın meydan görmezsen Hacı Bektaş tarikına girmezsen Sonra canın çıkar “hık mık” diyerek     Var Hilebaz diyorlar azizim amma Ne hilem ne de bir hileciğim var Kimisine baldan lezizim amma Kimine zehirden acılığım var   Yüzüm döndürmedim adu taşından Kaynadı kazanım aşk ataşından Değirmen döndürdüm çeşmim yaşından Usta olmadımsa suculuğum var   Gâhi usta eyler gâh sucu eyler Gâhi yara açar gâh ilaç eyler Hasılı dost bizi eğlence eyler Yâr ile böyle bir cilveliğim var   Kimisi Malikî kimi Hanbelî Kimisi Bedevî kimi Sünbülî Ben de Kızılbaş’ım Allah’ın kulu Hemi de güruh-ı naciliğim var   Bakın şu zahide ne söylemişler Agâhî’ye Kızılbaş’tır demişler Hacc’a gitmez diye ta’n eylemişler Benim ise yılda hacılığım var     Dağıdır* Gam kasavet keder başa derildi Anca bu yarayı bozan dağıdır Bu dert bize ta ezelden verildi Sinemdeki olan yürek dağıdır   Gönül tutulmazdın her tuzak ile Ahir tutup bent ettiler bağ ile Dağ vurdular dağladılar dağ ile Dediler ki bizim yozun dağıdır   Gördünüz mü şu Ferhad’ın işini Kerem sevda için çekti dişini Ben de yaslanayım bir dağ başını Desinler ki bu da Mecnun dağıdır   Dertli Kerem ile Behlül-i Dânâ Bunlar aşk elinden oldu şuarâ Âgâhî şuarâ oldukça amma Saçma sapan söyler sözün dağıdır
DİĞER YAZILARI ABDULLAH (Aydoğan) 01-01-1970 03:00 ABDULGAFUR 01-01-1970 03:00 ADNANÎ 01-01-1970 03:00 ABBAS 01-01-1970 03:00 ADEVİYE 01-01-1970 03:00 ADEM-ADEMÎ 01-01-1970 03:00 ACİZ HAFIZ 01-01-1970 03:00