https://www.sivaskizilirmak.net/files/uploads/user/1469970_10152062738662801_1078883873_n.jpg
Mehmet AVCI

Anadolu Devletler Mezarlığı Sığınmacılar!

25-09-2023 15:39

Tarihten ders alınsa hiç tekerrür eder mi?

            1071 Malazgirt meydan muharebesiyle fethetmeye başladığımız medeniyetler coğrafyası Anadolu, bizden önce onlarca devlete, medeniyete ev sahipliği yaptı. Devirlerinin en gelişmiş medeniyetlerini kuran devletlerin çoğunun kalıntıları bile arkeolojik kazılarla zor bulunuyor.

            Yazılı tarihe göz ucuyla şöyle bir baktığımızda, Anadolu topraklarında hür yaşamanın bedelinin çok ağır olduğunu görmek mümkün. Sadece Haçlı, Hilal kavgası değil, bu toprakların jeopolitik açıdan önemli olması da çok etkili.

             Burada bağımsız yaşamak için; güçlü caydırıcı askeri gücün yanında sağlam kültür, (Hars) ilimde, medeniyette güçlü olmak ve olmazsa olmazı Adaletli, ferasetli yönetim şarttır. Aksi halde aşağıda sıralayacağım tarihin en güçlü fakat bugün ortada olmayan bir çok medeniyetlerin yaşadığı hezimeti bizim de yaşamamız kaçınılmaz olacaktır.

            Miladdan önceki dönemlerde yaşamış, oluşturduğu medeniyetle ve icatlarla dünyanın değişimine çok önemli katkılar sunmuş olan Sümerler; Seri üretim çömlek, Yazı, Hidrolik mühendisliği, Saban, Araba, Dokuma Atölyeleri, Seri Üretim Tuğlalar, Metalurji ve Matematik alanında dünyayı değiştirmiştir. Sümerler’i bu icatların değerini daha iyi anlamak için bugünün Silikon Vadisi’nin M.Ö.ki karşılığı olduklarını söyleyebiliriz.

 

Yüksek uygarlık sahibi Sümer’ler göç eden Akadları hep kabul ettiler.  Akadlar önce Sümerler’in bahçelerinde çalıştılar ve asker olarak hizmet ettiler. Sami dilini konuşan Akadlar çoğunluk haline gelince önce şehirlerin kralları olup, daha sonra Sümerler’i yıkıp Akad İmparatorluğu’nu kurdular.

 

            Anadolu’da  kurulan devletleri ve medeniyetleri şöyle bir sayacak olursak; Frigler, Lidyalılar, İyonlar, Urartular, Persler, İskender İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu, Bizanslar ve 1071 yılından bu yana Türkler Anadolu topraklarında hüküm sürmekte.

            Göçlerin Dünya düzenine olan etkilerine Kavimler Göçü örneği ile bakalım, Kavimler Göçünden sonra neler olmuştu?

  • Roma imparatorluğu 395’te  Batı Roma İmparatorluğu ve Doğu Roma İmparatorluğu olarak ikiye ayrılmış,
  • Göçlere dayanamayan Batı Roma İmparatorluğu 476 yılında yıkılmış,
  • Avrupa yüzyıla yakın bir süre karışıklıklar içerisinde kalmış,
  • İlk Çağ sona ermiş, Orta Çağ başlamış,
  • Avrupa’da derebeylik (feodalite) rejimi ortaya çıkmıştır.
  • Barbar kavimlerin birbirleri ve Romalılarla kaynaşması sonucu yeni milletler ortaya çıkmış bunun sonucunda bugünün Avrupa milletlerinin etnik yapısı oluşmuştur.
  • Barbar kavimler arasında Hristiyanlık hızla yayılmış Cermenler’in Hristiyanlığı kabul etmesi ile birlikte Orta Çağ Avrupa’sına damgalarını vurmuşlardır.
  • Göçler sonucunda bugünkü İspanya’ya Vizigotlar,  Kuzey Afrika’ya Vandallar, İtalya’ya Ostrogotlar, Fransa’ya ise Franklar yerleşmiştir.

 

 

Osmanlı İmparatorluğu’ndan iki asır daha fazla hüküm sürmüş olan, yaklaşık sekiz asır ilimde, fende ve medeniyette çağının en güçlü devletlerinden olan Endülüs’lerden geriye ne kaldı?

            Sırasıyla Büyük Selçuklular, Anadolu Selçuklular, Osmanlı İmparatorluğu ve son olarak Türkiye Cumhuriyeti. Asırlardır hüküm sürdüğümüz Anadolu Topraklarında varlığımız ve hakimiyetimiz inşallah kıyamete kadar sürer.

            Şimdi kendi yakın tarihimize bakalım;

            Karlofça Anlaşması ile ilk kez batıda büyük çapta toprak kaybeden, Mondros anlaşması ile Boğazlar üzerinde de tüm hakimiyetini yitiren Osmanlı Devleti fiili olarak sona ermiş böylece Anadolu toprakları işgale açık hale gelmiştir. Sevr Antlaşması ile Osmanlı varlığını yalnızca kağıt üstünde sürdürür bir pozisyona geçmiş, maliyesi, ordusu İtilaf devletleri kontrolüne geçmiştir. Bunun sonucunda hem ekonomik hem de siyasi bağımsızlık ortadan kalkmıştır.

            Dünya harbine özellikle Çanakkale kara ve deniz muharebelerindeki muhteşem zaferimizin sebep ve sonuçlarını iyi anlamak daha da önemlisi unutmamak gerekir.

Gazi Mustafa Kemal Paşanın önderliğinde yapılan tüm mazlum milletlere örnek olan müthiş bir mücadele sonucu bugün için tam olarak içimize sinmese de o günün şartlarında büyük bir zafer olan LOZAN anlaşması 24 Temmuz 1923 de yedi düvelin bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını kabul edişinin bir belgesidir. 

             2. Dünya savaşı ile Dünyanın büyük devletleri bir hayli zayıflamalarının ardından kısa sürede tekrar güçlenmeleri ile oluşan devletler arası rekabetler 1949 yılında Nato paktını ortaya çıkardı. Biz Türklerin Nato’ya girmesinin karşılığı ise oldukça ağır ve kanlı bir bilançoyla mümkün olmuştu. Kore’ye verilen desteğin ardından 1000 şehit, 1000 yaralı, 14000 gazi ile bedeli kanlarımızla ödenerek 1952 yılında natoya girebilmiştik. 2. Dünya savaşı sonrasında yayılmacı Sovyetler Birliği tehdidine karşı batı blokunda yer almak zorunda kaldık.

            1960’ların sonlarına doğru başlayan sağ -sol hareketleri diye adlandırılan, bana göre “yerli ve Milli tam bağımsızlık” ile “Sovyet Rusya’nın peyki olma mücadelesi” 1980 ihtilaline kadar devam etti. Yaklaşık 15 yıl süren binlerce gencimizin ölmesine yaralanmasına anaların ağlamasına sebep olan bu çatışmanın asıl planı yurdumuzu bölmek ve devletimizi yıkmaktı. Planları tutmadı.

            Zaman zaman denenen Alevi -Sünni çatışmaları ile iç kargaşa çıkartılmak istenmedi mi? Acı olaylar yaşamadık mı?

            Türkiye’de Laik- Anti laik çatışması çıkarılmak istenmedi mi?

            Bu yöntemle başarı sağlayamayan emperyalistler bu kez PKK terör örgütünü sahaya sürerek Kürt-Türkmen çatışmasıyla 40 yıldır hedeflerine varmak için uğraşıyorlar.

            Türkiye bölünmez parçalanmaz diyenlere daha 10 yıl önce başlatılan Akil insanlar vasıtası ile terör örgütüne sahalar açılmadı mı? Bunun akabinde hendekler kazılıp, şehirler arası yolları terör örgütü aylarca kapatmadı mı? Çadır mahkemeleri kurulup eli kanlı teröristler affedilmedi mi? Hem de 29 Ekim’de bir sınırımızdan geçip diğer sınırımıza hükumet desteği ile geçmediler mi? Polisin, askerin, kaymakamların ve valilerin karşısında terör örgütü ayaklanma provaları yapmadı mı?  Terör örgütü ile müzakere yetkisini veren, Oslo’daki görüşmeleri, terör örgütü elebaşı bebek katili ile müzakereleri ben yaptırıyorum diyen aynı kişi devlet refleksinin devreye girmesiyle kendi kurduğu pazarlık masasını dağıtmadı mı? Akabinde yaklaşık bir yıl süren 7-8 ilimizde binlerce şehit binlerce yaralı ve binlerce binaların yıkıldığı hem maddi hem manevi olarak çok acılar çektiğimiz tarihe Hendek iç savaşı olarak geçecek olan savaş olmadı mı?

            Türkiye’de daha 14 Temmuz 2016’da kime sorsan artık askeri ihtilaller olmaz buna kimse cesaret edemez denilmiyor muydu? (ben bu konuda endişeli olduğumu aylar öncesinde arkadaşlar arası sohbetlerde dile getirdiğimde hep yalnız kalıyordum) Ardından 15 Temmuz hain darbe girişimini de yaşamadık mı?

            Yüzyıllardır denedikleri Kürt- Türkmen,  Alevi- Sünni çatışması ve her türlü şeytani yer altı ve yer üstü faaliyetlerine rağmen, bu millet Alevisi-Sünni’si ile Kürdü-Türkmeni ile laiki-anti laiki ile bu oyunları boşa çıkaran feraseti göstermiştir. Ekonomik buhran,  her konudaki adaletsizliğin her geçen gün artması, adam kayırma, liyakatsiz, ehliyetsiz biata dayalı yönetim anlayışı siyasi olarak karpuz gibi ikiye bölünmüşlük vb.  Vakıaların milli şuurumuzun (harsımızın) zaafiyete uğratmasının yanı sıra bu kadar olumsuzlukla bizim de ekmeklerine yağ sürdüğümüz Emperyalist Yamyamlar, yaklaşık 300 yıldır  Anadolu’dan biz Türkleri söküp atma istekleri ve planları devam etmekte.

            Büyük orta doğu (BOP) projesinin eş başkanlığını yaparak sözde Arap baharı ile orta doğuda yeni rejimlerin ve devletlerin iç ve dış kargaşaya sürüklenmesi ile milyonlarca insanların ana yurtlarından göçmeleri sonucu; vaat edilmiş topraklar, Arz-ı-Mev’ud Nil’den Fırat’a büyük İsrail devletini kurma planına destek olmadık mı?

            1991’de başlayan Körfez krizi ve oluşturulan 36. paralel ile başlayan sınırlarımızın hemen dibinde sözde Kürt devletçiklerinin kurulması ve sığınmacılar göçünün başlamasıyla Türkiye’ye yönlendirilmeye başlayan öncü akıncıları! Artarak devam ederek asli nüfusumuzun yüzde 15’ine ulaşmak üzere. Bilinçli olarak ülkemize yönlendirilen sığınmacıların sadece yüzde 1’i ajan olsa, yüzde 1’ide terörist olsa ki daha yüksek olduğu kanaatindeyim bir iç kargaşada memleketimizin durumunun ne hale geleceğini düşünmek bile istemeyiz.

            Dünyada yaklaşık 200 civarında devlet var. BM rakamlarına göre dünyadaki toplam kayıtlı sığınmacıların yüzde 20’si Türkiye de.

             ABD’de oluşturulan ulus devletleri  göçmenlerle yıkma tezleri (planları) artık bir  doktrin olmuştur.

            Bu sığınmacılar sayesinde; o devletin politikalarını istediğiniz yönde değiştirirsiniz, algıyı yönetirsiniz.

            Gerekirse toprak elde edersiniz.

            Göçmenleri casus olarak kullanarak o ülkeyi karıştırırsınız.

            Birleştirici çimento haline gelmiş, bütün köklü gelenek, örf ve adetlerini, bir milleti millet yapan bütün unsurları ortadan kaldırabilirsiniz.

            Şunda hiç şüphe yok ki bu sığınmacıları (düzensiz göçmenleri) mutlaka geri göndermeliyiz. 1991 yılında yapılan hata 2011’de yine yapıldı. Birleşmiş Milletler yasasının 51. maddesi gereği meşru müdafaa hakkımızı kullanmayarak canlı bombayı kucağımıza aldık. Halbuki sınırlarımızın dışında tampon bölgeler oluşturarak bu kaçkınları o bölgede her türlü insani ihtiyaçlarını ve güvenliklerini sağlasaydık hem ekonomik hem de psikososyal olarak çok daha doğru iş yapmış olurduk. Bunu yapmamanın bedellerini çok ağır ödüyoruz daha da çok ödeyeceğiz.

            Sığınmacı olan insanlar ilk 3-5 ay milletimize ve devletimize minnet duygusu hissettiler fakat zaman geçtikçe her geçen gün halkımızla sığınmacılar arasında karşılıklı olarak kin, nefret artmaktadır. Baas rejiminin 70 yıldır uyguladığı eğitim sistemi ile aşırı Arap Milliyetçisi olarak yetişen Suriyeliler de derin bir Türk düşmanlığı zaten vardı. 12 yıldır ülkemizde yaşayan bu sığınmacıları geri göndersek de bizden nefret eden bir kitleyle komşu olarak yaşamak zorundayız. Suriye ve Irak sınırlarımızda yeterince düşman örgütler ve devletçikler zaten mevcutken.

            En az sığınmacılar kadar ürkütücü ve bir o kadar tehlikeli bir başka konuda yabancılara konut ve arsa satılması karşılığında verilen Türk vatandaşlığıdır. Karadeniz bölgesi çoğunluğu  Kuveyt, Bae ve katarlılardan oluşan Araplarca istila edilirken İstanbul ve Marmara bölgesinde her çeşit milletten milyonlarca kişi Türk vatandaşı olarak yaşamaktadır. Ege ve Akdeniz bölgesinde İngilizi, Fransızı, İtalyanı, Ukraynalısı ve Rusu yaşamaktadır.

            Sığınmacıların ve mülkiyet yolu ile vatandaşlığa geçenlerin, coğrafyamız üzerinde ki yerleşkelerine baktığımız zaman Sevr anlaşması sonrası paylaşılan topraklarımızla örtüştüğünü görmek mümkün. Sadece işin şeklini değiştirerek taşeron kullanıyorlar. (Bir çeşit vekalet işgali)

            Cumhurbaşkanının 12 Eylül 2023 tarihli Cumhuriyetin 100. Yılında yeni anayasa sempozyumu açılış konuşması yukarıda izah etmeye çalıştığım endişelerimi destekler nitelikte.

            “İnsanı önceleyen, milletin çeşitliliğini ve zenginliğini yansıtan, toplumun gerisinde kalan değil, topluma dinamizm katan bir anayasa hedefliyoruz.” sözleriyle sempozyumda tüm bu hususların enine boyuna konuşulacağını, tartışılacağını, buna rağmen ülkeyi yeni, sivil, demokratik, özgürlükçü ve kuşatıcı bir anayasaya kavuşturma hedeflerinden vazgeçmediklerini vurguladı.

            Böyle garabet bir anayasanın yakın zamanda kabul edilmesi mümkün görünmüyor fakat bu derece tehlikeli bir söylemin Cumhurbaşkanı tarafından tartışmaya açılması toplumu ileri ki yıllara toplum mühendisliği ile hazırlamaya yönelik en hafif tabiri ile dalalet içeren bir

söylemdir.

            “Şüyuu vukuundan beter” atasözünün ete kemiğe bürünmüş hali.

            Aynı sempozyumda konuşan milli değerlerimize olan kinini yıllar öncesinden Kayseri Belediye Başkanlığı zamanından bildiğimiz şimdi ise Cumhurbaşkanı Danışmanı olan Prof. Şükrü Karatepe daha da ileri giderek Anayasanın ilk 4 maddesi değişmeli sözleriyle dalaleti daha ileri seviyeye taşımıştır.

            Bu milletin çeşitliliği gibi tehlikeli söylemin yer alacağı Anayasa teklifine bugüne kadar  “Bekaa” meselesini bahane ederek şartsız destek veren, Milliyetçi olduğunu iddia eden, Cumhur ittifakı ortaklarının itiraz etmemeleri ise daha düşündürücü ve elem verici değil mi?

 

Neler Söylendi?
sanalbasin.com üyesidir