https://www.sivaskizilirmak.net/files/uploads/user/1469970_10152062738662801_1078883873_n.jpg
Mehmet AVCI

BİZİM OCAK ANILARI (1)

06-07-2023 14:36

Bizim gençlik yıllarımız, ülkemizin siyasi ve sosyal çalkantıların 12 Eylül 1980 ihtilali ile düğümlenmeye çalışıldığı çileli yıllardı. Bu dönemde ülkemizde başta siyasi partiler olmak üzere dernekler, vakıflar vb. bir çok kuruluş kapatılmıştı. Kapatılan kuruluşlardan birisi de Ülkü Ocakları’ydı. Baskı rejimi Ülkü Ocağı'nın aynı isimle açılmasına müsaade etmiyordu.  Ancak Hoca Ahmet Yesevî'den beri devam eden Ocak şuurunu yaşatmak ve yaymak; bu misyonu devam ettirmek gerekiyordu. Bunun için 1985 yılında dergi temsilcilikleri açılmaya başlandı. Bizim Ocak Dergisi'nin temsilciliği ile Sivas’ta biz de Ocağımıza kavuşmuştuk.

             Ömrümüzün en güzel yılları bu Ocak'ta geçti. O yıllarda Ocağımız maddi olarak çok fakirdi. Kıt kanaat imkanlarla idare ediyorduk. Ekonomik imkansızlıklar yaşam tarzımıza dönüşmüştü. Öyle ki Ocak binasının kirasını güçlükle ödüyorduk. Sivas’ın o çetin geçen soğuklarında odun kömür alıp Ocağı tüttürmekte zorlanıyorduk. Ama yüreğimizdeki Ocak ateşi her daim yanıyordu. Her türlü olumsuzluğa karşı sabırla, azimle, samimiyetle yolumuza devam ediyorduk.

             Ocak, İstasyon Caddesi’nde (İnönü Bulvarı) şimdilerde Hakan Pastanesi'nin olduğu yerde, konum itibariyle çok elverişli bir mevkideydi. 1987 kışıydı. Ocağımız eski betonarme bir binanın birinci katındaydı. Ahşap kapı ve pencereleriyle yıllara direnmiş, fakat birçok yerinden kağşamış, öyle ki pencere aralarından soğuk bıçak gibi kesiyor, ayaz kurşun gibi işliyordu. Biraz kömür almıştık fakat odun almaya paramız yoktu. Nasıl odun temin edebiliriz diye kara kara düşünürken, babası ile birlikte kerestecilik yapan arkadaşımız Kadir Yavuz imdadımıza yetişti. Kadir kardeşimiz baba dükkanından yeni ayrılmış, keresteci (hızarhane) dükkanı açmıştı. Yani onun da imkanları çok elverişli değildi. Buna rağmen bize ücretsiz kavak latası verdi. Bu lataları at arabasına yükledik, Ocağa getirdik. Artık yakacak odunumuz vardı. Ama lataların çoğu yaştı. Bunları yakmak için yanan sobanın yanına serip kurutuyorduk. Yoksa ne kadar çıra yaksan da tutuşmuyordu. O kışı binbir güçlükle atlattık! Lakin o günlerde yediğimiz ayazları unutmadık. Unutmayanlara da hassaten selam olsun.

            Hani bir deyim vardır; çok daraldık ama hiç bunalmadık. Biz de Ocağımızda hiç çaresiz kalmadık. Daraldık ama bunalmadık. Çetin bir kışın ardından nihayet bahar geldi. Aylardan mayıs ayıydı diye hatırlıyorum. Üniversiteye bir haber geldi. Ocaktan arkadaşlar Kredi Yurtlar Kurumu’ndaki arkadaşlarımızı aramışlar. O zaman haberleşme imkanları çok kısıtlıydı. Kim olduğunu şimdi maalesef hatırlayamadığım bir ülküdaşım beni buldu ve; Ocaktan aradılar, TRT'den bir ekip gelmiş, Ocakta çekim yapacaklarmış... Toplayabildiğin kadar arkadaşla Ocağa gidecekmişsin, dedi.

            O zaman Ocakların resmi kurumlarla hiçbir resmi ilişkisi yoktu. Dolayısıyla haberi getiren arkadaşıma, “Sen benimle dalga mı geçiyorsun, TRT’nin bizimle ne işi olur, TRT nere bizim Ocak nere? Seni işletmişler, öyle şey olmaz,” dedim. Fakat haberi getiren arkadaş o kadar inandırıcı, getirdiği haberin doğruluğuna o kadar emindi ki yeminler ederek kendisine aynen böyle dendiğini söyleyince, gelen haberin mahiyetine inanmasam da hemen ulaşabildiğim kadar arkadaşa Ocağa gitmemiz gerektiğini söyledim. Bir grup arkadaş benim özel arabamla bir diğer grup da otobüsle ocağa geldik.

             Ocağa girdiğimde gözlerime inanamadım. Gerçekten de ocakta kadınlar, erkekler ve TRT logolu kameralar vardı. Gelen misafirlerle selamlaşma ve tanışma faslından sonra, konu biraz daha netleşmeye başladı. Gelen ekibin başındaki kişi o zamanlar Bizim Ocak Dergisi’nde diğer yazarlardan çok farklı hicivli yazılarıyla dikkat çeken ÜLKÜ-BİR mensubu, 27 Nisan 1979’da evinden çıkıp müdürlüğünü yaptığı okula giderken yoluna pusu kurularak daha hayatının baharında, 28 yaşında, Elazığ’da şehit edilen Adnan Baydili’nin kardeşi Süleyman Baydili idi.

            Baydili ve ekip arkadaşları, Divriği Ulu Cami belgeseli için Sivas’a gelmişler, Divriği’de çekimlerini yapmışlar, belgeselin kalan kısmını ise Sivas Merkez’de çekecekler. Sivas’a geldiklerinde Bizim Ocak tabelasını bulmakta hiç de zorlanmamışlar. O tarihlerde bırakın resmi  unvanı olan birinin Ocağa gelmesini, bugün büyük dava adamı kılığında dolaşan çoğu kişi o günlerde Ocağa gelmediği gibi bizlerden birini yolda gördüğünde de yolunu değiştiriyor, başımıza bir iş gelir korkusu yaşıyordu. İşte böyle bir zamanda, genç yaşında TRT’de yönetmenlik yapan Süleyman Baydili hiç çekinmeden geleceğini ve kariyerini riske atarak ekibi ile birlikte (ekibinde olanların hemen hepsi zıt görüşlü olmasına rağmen) Ocağımızı onurlandırmıştı. Süleyman Baydili belgeselde rol alacak yardımcı oyuncu arkadaşlara ihtiyaçlarının olduğunu ve kendilerine bu konuda yardımcı olmamızı istedi. Şehidimizin kardeşi Süleyman Baydili gibi birinin bizden istediği yardıma duyarsız kalmamız mümkün değildi. Çoğunluğu üniversiteli yaklaşık 15 kişilik gönüllü arkadaşı belgeselde yardımcı oyunculuk yapmak üzere görevlendirdik.

            Hatırlayabildiğim kadarıyla çekimler iki gün sürdü. Önce Paşa Fabrikası’nda sonra Buruciye Medresesi’nde çekimler yapıldı. Bu çekimlerde o yıllarda Vakıflar Bölge Müdürü olan aynı zamanda Baydili nin hocası olan Doğan Erdinç üstadımız da başrol görevini üstlenmişti.  Arkadaşlarımız 13. asır kıyafetleri (kalpak, kaftan, şalvar, çizme vb ) ile takma sakallar ve bıyıklar ile Divriği Ulu camii’nin inşa edilmesini temsili olarak canlandırmışlardı.

            Çekimler bitmek üzereyken Ocağımıza, TRT yönetmeni Süleyman Baydili seni çağırıyor, diye haber geldi. Ben de Buruciye Medresesi’ne gittim. Çekimler bitmiş ama arkadaşlarım kostümlerini henüz çıkarmamışlardı. O kadar profesyonel kostümler giydirilmişti ki hiçbirini tanıyamadım. Bu arada yemek (dürümler, meşrubat ve ayranlar) geldi. Şen şakrak esprilerle hep beraber yemeğimizi yedik. Görev tamamlanmış, ayrılık vakti gelip çatmıştı.

            Süleyman Baydili, “Arkadaşların emeklerinin karşılığı olan para bu kadar,” diyerek miktarını bilmediğim bir balya parayı bana uzattı ve “Arkadaşların rızası olursa, Ocakta kullanmanız için bu parayı sana vereyim,” dedi. Ben de, “Ne arkadaşlarım ne de Ocak yönetimi olarak bizler sizin talebinizi para karşılığı yapmadık. Biz bu işi bu güzel çalışmanızda size  destek olalım diye yaptık! Kesinlikle bu parayı almayız,” dedim.

            Bunun üzerine Baydili şöyle dedi: “Bu para belgesel bütçesinde yardımcı oyuncular için ayrıldı. Ocakçı gençlerin yerine başkaları da olsa bu parayı ödememiz gerekiyor. Ben çektiğiniz sıkıntıları bildiğim için özellikle Ocağa gelerek sizden ricada bulundum.”

            Ben arkadaşların emeğinin karşılığını Ocak maddi anlamda zor durumda olmasına rağmen kabul etmedim ve bu paranın arkadaşlarımıza paylaştırılmasını önerdim. Süleyman Bey’e parayı hiyerarşik açıdan o tarihte en yetkili olan (Aslen Yozgatlı olan ve Sivas’ta çeşitli okullarda Fizik Öğretmenliği yapan, geçtiğimiz yıllarda da trafik kazasında rahmeti Rahman’a kavuşan) Fen-Edebiyat Fakültesi Başkanı Aydın Yüceer’e vermesini söyledim. Bu vesileyle kıymetli Aydın Yüeceer’i ve önden giden tüm dava erlerini bir kez daha rahmetle yad ediyorum. Bizim gençlerin tamamına yakınının ceplerinde çay içecekleri para olmadığını da bildiğim için Ocak aracılığıyla arkadaşlarımıza maddi destekte bulunmanın mutluluğunu yaşamak bile bizlere yetmişti.

            Cemiyet işleri ile hemhal olanlar çok iyi bilirler ki mali işlerden sorumlu olanların, hele de Ocaklarda muhasiplik yapanların elleri çok sıkı olur. Çünkü kıt kaynaklarla Ocakların ihtiyaçlarını karşılamak oldukça meşakkatli ve zor bir görevdir. O zamanlar en zaruri ihtiyaç olan ısınmak için odun bile almaya imkanımızın olmadığı zamanda dahi Ocağın muhasibi olarak bu meşru, helal parayı geri çevirmem oldukça anlamlıydı. Ama daha anlamlı ve faziletli olan şuydu: Biz Süleyman Bey’le sohbet ederken Bizim Ocağın gençleri de kendi aralarında söz birliği etmişler parayı Ocağımıza bağışlamaya karar vermişler... Rahmetli Aydın, yanıma geldi ve, “Başkanım! Bu paraya bizden çok Ocağımızın ihtiyacı var. Ocakta yakacak odun, kirayı ödeyecek para yokken bu parayı bizim almamız bize asla yakışmaz!” dedi. (Mevcut para Ocağın iki aylık kira bedeliydi)

            Buna rağmen parayı almayacağıma kanaat getirmiş olacaklar ki, parayı kendi aralarında pay ettiklerini, sonra da tekrar birleştirip Ocağa bağış yaptıklarını ifade ettiler. Kısmen ikna kısmen emri vaki ile parayı bana teslim ettiler.

            İşte bu tavır o dönemde Bizim Ocak Dergisi’nin Türklük onur ve şuurunu İslam ahlak ve faziletini gençlere ne kadar doğru şekilde aşıladığının bariz bir misalidir. Aynı zamanda Ocak’ta verilen eğitimlerin, seminerlerin ve sohbetlerin dava adamı yetiştirmekte çok başarılı olduğunun da apaçık bir ispatıdır.

            Diğer taraftan bu tavır; şu günlerde maddiyat için inanmadıkları davaların peşinde koşan madrabazları gördükçe, Bizim Ocak Dergisi’nde yapılan faaliyetlerin ahlaklı, namuslu, dürüst ve fedakar bir neslin yetişmesinde ne kadar önemli bir rol üstlendiğinin de gayet net bir göstergesidir.

            Bu tavır öyle bir tavırdır ki; Rahmetli  Galip Erdem Ağabeyimizin ifadesiyle: “Bizler davayı Ağrı Dağı’nın zirvesine çıkaracaktık. Yola koyulduk. Binbir zahmet ve emekle, acılar çekerek dağa tırmandık. Zirveye vardığımızda sevincimiz sonsuzdu. Ama küçük (!) bir noksanımız olduğunu fark ettik. Davayı dağın eteklerinde unutmuştuk. Meğer biz davayı değil, kendimizi zirveye çıkarmıştık.” (Türk Yurdu Dergisi)

            İşte on yıllarca dağın eteğinde davayı omuzlayan, onu zirveye taşımak için nice çileler çeken, canlarıyla kanlarıyla emsalsiz mücadeleler veren nesiller... Yiğit gönül erleri, adsız kahramanlar, şehitler, Yusufiyeli Yusuf yüzlüler... Karlı kış günlerinde Keş Dağında şehadet şerbetini içenler... Hülasa hak davayı zirveye çıkarmak için cehdeden samimi Türk İslam ülkücüleriydi onlar. Ya bu gün? Bu şanlı hareketi temsil noktasındaki sözde liderler ne yazık ki davayı ve kendilerini dağın eteğinde bırakıp Türk Milliyetçiliği ile hiç alakası olmayanlara payandalık yaparak onları zirveye taşıdılar. VESSELAM

Neler Söylendi?
sanalbasin.com üyesidir