https://www.sivaskizilirmak.net/files/uploads/user/1469970_10152062738662801_1078883873_n.jpg
Mehmet AVCI

OKÇULAR TEPESİNDE KALABİLMEK

20-02-2023 14:45

Cemaatler, Dernekler, Vakıflar, Sendikalar ve benzeri kuruluşların ortak amacı inandığı  fikirler çerçevesinde insan yetiştirmek, mensubu ve üyelerinin hakkını korumak ve daha iyi şartlarda daha güzel hayat standartlarını gelecek nesillere bırakmaktır.

Bu bağlamda uzun yıllar mücadele verenler bugün maalesef sus pus haldeler.

            Özelikle sağ yelpazede adlandıracağımız STK’lar, haksızlık karşısında susmamayı, eleştirmeyi ve hak aramayı nerede nasıl kaybetmeye başladılar, bu yazıda toplumun kanayan yarası haline gelmiş bu konuyu irdelemeye gayret edeceğim.

            1980 kara ihtilal öncesi; samimiyeti, inanmışlığı, dava adamlığı anlayışı, sağ-sol gruplar içerisinde zirvedeydi. O günleri yaşayanlar ne demek istediğimi daha iyi anlarlar. O günleri göremeyen nesiller için sadece bir örnek ile inanmışlığın, samimiyetin ve dava adamlığının ne olduğunu anlatacak olursam, ağabeylerimizin kirasını bile ödeyemedikleri ocakların tütmesi için kanlarını satarak ocağa bağışlaması, o günleri görmeyen şimdiki gençler için önemli bir örnek olacaktır.

            12 Eylül 80 ihtilalinin milletimiz üzerinde bir çok olumsuz etkileri oldu. İnsanlar sindirildi, siyasi partiler başta olmak üzere STK’lar kapatıldı, bu buhranlı günler yaklaşık beş altı yıl sürdü. 1985 yılından sonra ocak, vakıf ve derneklerin tekrar faaliyetlere başlamasıyla birlikte fikir hareketleri yeniden canlanmaya başladı.

            1985 yılının son aylarında Atatürk caddesi Vakıflar binası karşısı Paşa caminin üst köşe başı olan “kartal yuvası” dediğimiz çatı kat; bir küçük oda, bir küçük hol ve güzel bir balkonu olan çok mütevazi Bizim ocağımızı, sekiz on inanmış arkadaş ile açtık.

Kış mevsimi olması hasebiyle yakacak odun kömür alma imkanımız olmadığı için eski köy okulları gibi evlerden sırayla odun kömür getirerek ısınıyorduk. Bir pazar günü sabah ocakta çoğunluğu ocağa yeni gelen arkadaşlarla sohbet organize ettik. Ben sohbet günü erken gelerek ocağı açtım.

Arkadaşlar gelmeye başladılar. Sobayı yakacağım, baktım ne odun var ne kömür. Aylardan ya ocak ya da şubat. Sivas’ın eski soğuk günlerinden bir gün, ne yapayım diye kara kara düşünüyorum. Gelen gençleri ocağa ısındırmak isterken o soğukta gençleri donduracağız.

Soğuğu gören gençler kaçacak diye endişelenirken aklıma Meydan cami önünde o tarihlerde çıra satıcıları geldi. Arkadaşlara “ben hemen yakacak alıp geliyorum” dedim ve bir koşu iki üç bağ çırayı alıp ocağa geldim. Teneke sobaya attık, soba tunç oldu. Bu şekilde ısınarak sohbet ettik. O gün ocağa gelen arkadaşların hemen hepsi ileri ki yıllarda ocaklarımızda fedakarca hizmet ettiler.

            Her dönemde ekonomik sıkıntıyı en fazla biz ülkücüler çekmiş olsak ta, Sadece bizler değildik ekonomik sıkıntı içinde olan. Milli görüş mensubu olan STK’lar da fedakarca inandıkları yolda mücadele verdiklerine şahitliğimiz var. O zor günlerde özellikle kadınlar, inandıkları dava için alyanslarını, bileziklerini vererek önemli  destekler sağlıyorlardı.

            Diğer cemiyetler, dernekler, vakıflar da bu günkü gibi ticari kaygıları, inandıkları davalarının önünde değildi.

            Davalarına sahip çıkacak, fikir ve dava adamlarının yetişmesi için uygun iklim şartları gerekir. İnsanlar fert fert gayretleri yeterli olmaz, uygun cemiyetler içerisinde cem olarak dayanışmayla olgunlaşmaları elzemdir.

            Günümüzün en önemli sorunlarından birisi özellikle gençlerimizin mefkureler etrafında toplanacakları fikir ve dava adamı yetiştirmesi gereken cemiyetlerin oportünistleşerek bozulmalarıdır. Bu bozulmada en önemli etken ise ekonomik olarak bağımlı hale gelmeleridir.

            Geçmişte kendi yağları ile kavrulan sivil cemiyetler, maalesef uzun süredir Bakanlıkların ve yerel yönetimlerin direk veya dolaylı “STK’lara maddi destek” adı altında iyi niyetle başlattıkları bu çalışma, Karl Marx’ın “cehenneme giden yollar iyi niyet taşları ile döşelidir.” sözünün ne kadar haklı olduğunu da  ortaya çıkardı.

            Otoritenin sağladığı bu fonlar, projeler aracılığıyla, kimilerinin kirası, kimilerinin üye aidatları, kimilerinin de faturaları ödendi, kimilerinin dergilerinin, kitaplarının baskıları yaptırılarak, kitap ve dergilerini satın alındı. Borç alan emir alır düsturuyla kişiler ve kurumlar borç aldığı otoritenin hegemonyasına da girmiş oldu maalesef. Bu fonlardan nemalananların, tarafsız ve objektif kalıp kalamayacağını siz düşünün. Haliyle bu hibeler, itiraz etmeme ve biat kültürünü oluşturdu.

            Bu yandaş STK’ların kamu malı ile fonlamaları ahlaki mi, helal mı? Bu sorunun cevabını ilahiyatçılara, diyanete sormak gerekir.

            Sendikalardan örnek verelim; 1992 yıllarında kurulmaya başlayan ve 2000 yılına kadar, yasal olmadıkları halde güçlerini anayasadan ve uluslararası İLO sözleşmesinden alan memur sendikaları, bu yıllarda ciddi bir muhalefet görevini yürüttüler ve temsil ettikleri sosyal kitlenin hak ve hukukunu korumaya çalıştılar.

Yapılan eylemler ve hak arayışıyla çok önemli kazanımlar sağladıklarına da şahidiz. Sadece şahsımın Türk Sağlık-sen ve kamu-sen il başkanlığım döneminde Şube Başkanlarımız ve üyelerimizle beraber verdiğimiz hak arayışından memur lehine sayısız kazanımlar elde ettik.

Yapılan eylemler sebebiyle Savcılıkta ve mahkemelerde sayısız soruşturmalarla yıldırma politikalarına maruz kaldık.

Bu mücadeleyi verirken gücümüzü kendi üyelerimizin verdiği destekten aldık. Şimdiki gibi dönemin iktidarından pay alsaydık o demokratik eylemlere imza atıp memurların haklarını savunabilir miydik?

            Memur sendikaları, Büyük mücadeleler ve zorluklarla toplu sözleşme masasına oturma hakkını elde ederken, sendika yöneticilerinin basiretsizliği sebebiyle daha ilk toplantı da memurları iktidar sahiplerinin masalarına meze yaptılar. Memurun sendika aidatının hükumet tarafından ödenmesi talebi ve kabulü ile başlayan süreç, sendikaların sarılaşmasına,  mücadele ve hak arama işlevlerinin de istenen ölçüde yapılamamasına sebep oldu.  

            Mahalle baskısı; erdemli olmayı, dik duruşu, gönül kazanmayı, dava adamlığını,  adil olmayı, sadakatli olmayı, vefalı olmayı, güç ve iktidar korkusu yerine Allah korkusu  gibi ulvi değerleri teşvik ediyorsa çok güzel bir değer.

            Ama günümüzdeki mahalle baskısı maalesef, kendimizden görünen idarecilerin yaptıkları yanlışları dile getirenleri susturan, eleştirenleri ötekileştiren, hainlikle suçlayan ve çeşitli tehdit araçlarıyla sindiren bir yapı haline geldi.

Kendi liderimiz, kendi şeyhimiz, kendi başkanımız ne kadar yanlış yaparsa yapsın yanlışları ve hataları dile getirmeyerek hem kendimize hem de yaşadığımız topluma büyük bir zarar veriyoruz.

Yapılan yanlış karşısında dilsiz şeytan görünümüne de bürünerek, idarecilerin hem yanlışa devam etmesine hem de doğruyu bulamamasına katkı sağlıyoruz. Suçlu kim dediğimizde aynaya bakmamız aradığımız suçluyu da bize gösterecektir.

            Acı söyleyen dost kalmayınca, öz eleştiri yapılmayınca, ortaya ne yazık ki biat kültürü çıkıyor. Ne yazık ki bu da biat edilene de biat edene de zarar veriyor.

            Kendi yağıyla kavrulan hak bildiğini söylemeye, yapmaya devam etme kadirşinaslığını gösteren, ancak seslerini duyuramayan az da olsa STK’lar var tabii ki. Onlara selam ve saygılarımı gönderiyorum.

            Gelecek yazımızda dava adamlığına; Şehit liderim Muhsin Yazıcıoğlu’nun hayatından vereceğimiz örnekle ele alacağım. Muhsin Başkanın tüm idealistlere örnek olacak anısını okurken siz de en az benim kadar duygulanacaksınız.

Gelecek yazıda görüşmek üzere.

Neler Söylendi?

Nurettin yıldırım

Tespitlerin8ze katilıyorum başkanım çalışmalarinizin devemını bekliyorum saygılar 1 yıl önce

Vahit TECEL

İdolümün, hala ilk tanıdığım günde ki gibi idealist ve tertemiz olmasıyla gururluyum, mutluyum, mesudum ve de bahtiyarım.

İyi ki varsın Mehmet abi 1 yıl önce

Murat Destebaşı

Ah samimiyet, ah samimiyet senin olmadığın yerde hiçbir şeyin gerçeği kalmıyor!



Necip Fazıl Kısakürek 1 yıl önce

Gazi Sezek

Kaleminize yüreğinize sağlık 1 yıl önce
sanalbasin.com üyesidir