ÖLÜMÜNÜN 87. YILINDA M.AKİF (BİR İMAN VE DAVA ADAMI)

Kadir COŞKUN

03-01-2024 17:12

1873 yılında dünyaya gelip henüz 63 yaşında bu topluma daha çok şey vermeye adayken 27 Aralık 1936'da aramızdan ayrılan millî şairimiz Mehmet Akif Ersoy'u rahmetle anıyor, onun insanlık timsali kişiliğini, hayata bakış açısını, vatan ve millet  sevgisini unutamıyoruz.
Osmanlı'nın sıkıntılı son yılları, çetin savaşların yaşandığı bir zamanda ve coğrafyada verdiği mücadeleyi tamamen içten ve yürekten, menfaat gözetmemeksizin yapmış olması bizler için büyük değer taşıyor. Yokluk ve çilelerle geçen bir yaşam, zorluklara rağmen aldığı eğitim ve kendini yetiştirmesi, çağını, zamanını iyi ve doğru okuması, doğru zamanda doğru yerde durması (Mısır'daki hayatı hariç, ayrı bir yazı konusu olacak.), haksızlığa, adaletsizliğe, atalete (tembelliğe) tahammülsüzlüğü ve hayatını buna göre kurgulaması çok anlamlıdır.
Son yüzyılların getirdiği inanç sistemimizdeki yanlış algılara açtığı savaş, görevi gereği gittiği Avrupa(Berlin), Anadolu, Mısır, Hicaz, Japonya bölgelerinde gördüğü manzaranın düşüncelerini doğrulayan tarafı kendisini hep üzmüş, bunu sohbetlerinde ve özellikle şiirlerinde dile getirmiştir.
O, hep ileri görüşlü olmuş ama köklerini ve inancını unutmamıştır. İnancının getirdiği gerçeklerin maskelenmesine tahammülsüzlüğünü, şiirlerinde isyanıyla ortaya koymuştur:

"Böyle gördük dedemizden" diye izmihlâli (yok olmayı).
İbret olmaz bize, her gün okuruz ezber de!
Yoksa, bir maksat aranmaz mı bu ayetlerde?
Çünkü kaydında değil hiçbirimiz ma'nânın.
Ya açar Nazm-ı Celil'in bakarız yaprağına,
Yâhud üfler geçeriz bir ölünün toprağına, 
İnmemiştir hele Kur'an, bunu hakkıyla bilin.
Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için.

Bunları ifade ederken çağının İlim ve fenninden geri kalmanın felaket olacağını:

 Alınız ilmini Garb'ın, alınız san'atını,
Veriniz hem de mesâinize son süratini,
Çünkü kâbil değil artık yaşamak bunlarsız,
Çünkü milliyeti yok sanatın, ilmin yalnız,
İyi hatırda tutun, ettiğim ihtarı demin,

sözleriyle ifade eder.
Batı'nın ilmi ve fennini niye almadığımızı sorgularken, bunun sebeplerinden birinin de tembellik, taassup ve yanlış inanç algısında olduğunu görüp, aşmamız gerektiğini vurdular:

"Kadermiş" öyle mi? Hâşâ, bu söz değil doğru,
Belanı istedin, Allah da verdi...Doğrusu bu,
Çalış dedikçe şeriat, çalışmadın durdun,
Onun hesabına birçok hurâfe uydurdun!
Sonunda bir de tevekkül (Kaderim böyleymiş) sokuşturup araya,
Zavallı dîni çevirdin onunla maskaraya.

Bu düşüncelerini dile getirirken yaşadığı dönemin İstibdatından, gerçeklerin üzerinin kapatılılıp, gelişmeye, ilerlemeye yönelik faaliyetlerin imkânsızlığından muzdariptir. Devrin yönetimine de ağır eleştiriler getirir:

Hamiyyet gamz eden(haysiyet belirtisi gösteren) bir pâk alın her kimde gördünse,
Bu bir câni dedin sürdün, ya mahkum eyledin hapse,
Müvekkel eyleyip câsûsu(adına çalışan ajanları) her vicdana, her hisse,
Düşürdün milletin en kahraman evladını ye'se(ümitsizliğe),
Ne mel'unsun ki(lanetli) rahmetler okuttun rûh-i İblis'e(şeytanın ruhuna),
Gölgesinden bile korkup bağıran bir ödlek,
Otuz üç yıl bizi korkuttu "Şeriat" diyerek.

Bunları söylerken İstibdat sonrası gelen Meşrutiyette de kötülüklerin kılık değiştirerek devam ettiğini söylemekten çekinmez. Bu sebeple dönemin ittihatçıları ile birlikte olup olumsuzlukları eleştirirken istibdat sonrası yanlışlıkları da dile getirir.
Buradan hareketle insan için emeksiz bir kazanç olamayacağı, çalışmanın terk edilmesi durumunda zilletten kurtulmanın mümkün olmadığı, Müslümanları atalete (tembelliğe) sevkeden tevekkül (kadercilik, her şeyi Allah'tan bekleme) anlayışı üzerinde durur. İçtihat kapısı kapanmıştır, diyerek yeni fikirler üretilememesinin zihin tembelliğimizin temel sebeplerinden biri olduğunu vurgular. Almanya'dan örnekle, ayağa kalkmanın ilk şartının eğitim olduğunu vurgular. Bunu ifade ederken Kur'an'ın felsefesinden de ayrılmamayı özellikle vurgular:

Doğrudan doğruya Kur'an'dan alıp ilhamı,
Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam'ı,

diyerek, temeli Kur'an'da arayıp, onun gösterdiği akıl ve bilim yolundan başka kurtuluş olmadığını diğer yollara sapılmaması gereğini dile getirir:

Sürdüler Türk'e "tasavvuf" diye olgun şırayı,
Muttasıl (sürekli) şimdi hakikat kusuyor Sıtkı dayı,

sözleri ile hakikati başka mecralarda aramanın anlamsız olduğunu söyler. Medresenin de işlevinden uzaklaştığını ve topluma artık bir şey veremediğini söylerken Asım'da Köse İmam'a (Medreseleri savunan) kendi kafa karışıklığını da ortaya koyarak şöyle seslenir:

Beni gördün ya, şu kaç paralık şairsem,
Senin ilmin de odur, nafile uğraşma, Kösem.

Onda vatan sevgisi üst düzeydedir. Yaşamının büyük bir bölümü onun için verdiği mücadelelerle geçer. Bu sebeple sahip çıkılmasının gereğini:

Sahipsiz olan memleketin batması haktır,
Sen sahip çıkarsan bu vatan batmayacaktır,

sözleriyle ifade eder. Medeniyete sahip olmanın gereğini her fırsatta dile getirir. Ancak, bunun kötüye kullanılmasını da asla kabul etmez, insanlığa verdiği zarardan ötürü İstiklâl Marşı'nda onu tek dişi kalmış canavara, Safahat'ta da yüzüne tükürülmesi gereken aşağılık bir mahluka benzetir:

Medeniyet denilen maskara mahlûku görün!
Tükürün maskeli vicdanına asrın tükürün.

Tüm bunlara rağmen Batı'nın İlim ve fennine hayrandır. Dinine, devletine bağlı kuşaklarla bunun gerçekleşeceğine inanır. Bu ideal kuşak tipi Asım'dır. Hem dînî, hem de pozitif ilimleri özümsemiş bir nesil.
Batıdaki felsefi akımlardan da etkilenerek "Çevre şartlarının belirlediği insan anlayışından, çevresini değiştiren insan anlayışı"na yönelmiş, bu çoğu İslamî çevrelerde de eleştirilmiştir.

Her ikisinin de din reformcusu olduğu inancıyla Cemalettin Afganî ve Mısırlı Muhammed Abduh'tan büyük ölçüde etkilenmiştir. Kendisi ile birlikte üçünü buluşturan nokta, Batı uygarlığı karşısında tutkulu bir hayranlık ve İslam anlayışında reform talebidir. Bu ikisinin birleşmesinden "Asım" doğacaktır. Ancak, Asım'ın Nesli nasıl olacaktı? Berlin ziyaretinde gördüğü muhteşem medeniyeti göklere çıkarırken ahlâki yapılarını beğenmez, yani Almanın ürettiği medeniyeti almamızı, bununla İslâmı yüceltmemizi arzular. O günün anlayışı içinde alınan medeniyetin yanında kültürünün de alınması gerekmediği fikri hakimdi. Ancak medeniyeti kendiniz üretmediğiniz vakit üretileni aldığınızda kültürünün de alınmasının kaçınılmazlığı toplumumuzda maalesef çok geç farkedilmiştir. Başkalarının ürettiği medeniyeti kullanma yerine(Alman atına binip İslam'ın kılicını kuşanma) inanç sistemimizin emrettiği aklı kullanarak medeniyet inşa edip, onun yaratacağı rahatlıktan bize has yeni kültürler oluşturamadığımızı Osmanlının son yıllarında Almanlarla olan ilişkilerimizde gördü.
Sürekli bir arayış içinde olan Akif her zaman yoksul ve mazlum insanların yanında, namuslu, ahlaklı ve samimiydi. İlme ve fenle inanıp onu isteyen bir yapısı olmasına rağmen, çağının bütün aydınları gibi batmakta olan bir İmparatorluğun bakiyesi olmanın kafa karışıklığında iyi niyetli, belki de Abdülhamit'ten kurtulmanın da mevcut şartlar ve toplum yapısı nedeniyle çözüm olamadığını, ezilen halkımızın acılarını bizden başka medeniyet mensuplarının (Almanlar gibi) dindiremeyeceğini gördü.
İyi bir müslümandı ancak imparatorluk bakiyesindeki etnik ayrılıkçılara karşı İslam anlayışının da kurtuluş olamayacağını görmesine rağmen Mısır'a gitmekten geri duramadı (Mısır hayatı ayrı bir yazı konusu).
Bir dava adamı olarak yaşadığı dramlar, zorluklar, mücadeleler, milletimize kazandırdığı İstiklâl Marşı, Çanakkale'yi ölümsüzleştiren şiiri, işgalin yarattığı derin üzüntüyü dile getiren Bülbül şiiri ve Safahat'ında olan, olmayan her bir beyti, mısrası veciz söz olabilecek şiir ve hayat hikayesiyle millî şairimiz ve gelecek kuşaklara örnek olacak bir şahsiyettir. Akif'i bir makaleye sığdırmak mümkün değildir. Gençliğe nasihatiyle yazımızı sonlandırırken vefatının 87 yılında rahmet ve minnetle anıyoruz.

İhtiyar amcanı dinler misin oğlum Nevruz?
Ne büyük söyle, ne çok söyle, yiğit işde gerek,
Lafı bol, karnı geniş olanları taklid etme,
Sözü sağlam, özü sağlam, adam ol, ırkına çek!

Gökten inmez bir de hiçbir şey...Bütün yerden taşar,
Kendi ahlakıyla bir millet ölür, yahut yaşar.

DİĞER YAZILARI 24 ve 25 NİSAN'DA UNUTULMAMASI GEREKENLER 01-01-1970 03:00 FİKRE Mİ, İNSANA MI SAYGI ? 01-01-1970 03:00 FİKRE Mİ, İNSANA MI SAYGI ? 01-01-1970 03:00 EĞİTİMDE YÜKSELİYOR MUYUZ? 01-01-1970 03:00 ÇANAKKALE'DEN GELECEĞİMİZE ÖNEMLİ BİR ÇIKARIM 01-01-1970 03:00 BİR VEFATIN TOPLUMA YANSIMALARI, ALEV ALATLI İnsanlık Bildirisi ve Paçozluk 01-01-1970 03:00 BİR ÖLÜM HABERİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ : DİYARBAKIRLI RAMAZAN HOCA 01-01-1970 03:00 SAKARYA TÜRKÜSÜ ÜZERİNE BİR DENEME 01-01-1970 03:00 SINAV ODAKLI EĞİTİM ANLAYIŞININ SOSYAL HAYATIMIZA YANSIMALARI 01-01-1970 03:00 YÜKSEK TÜRK KÜLTÜRÜ VE KAHRAMANLIĞININ ESERİ CUMHURİYET 01-01-1970 03:00 PAYLAŞILAMAYAN TOPRAKLAR ve KUDÜS 01-01-1970 03:00