SINAV ODAKLI EĞİTİM ANLAYIŞININ SOSYAL HAYATIMIZA YANSIMALARI

Kadir COŞKUN

26-11-2023 12:39

Anne ve babalarımızı çocukları konuşmaya ve yürümeye başlamasıyla yaşına, gelişimine bakmadan bir gelecek endişesi kaplamakta ve ne yapabiliriz arayışına girdiklerini görmekteyiz.

 

Onların, çocukluklarını doya doya yaşamaları, oynamaları, oynarken öğrenmeleri, çevreyi tanıyıp toplum huzuruna çıkmalarına yönelik planlama yapmadan, kendi yaş gruplarının üzerinde bir bilgi yükleme ile sınava hazır hale getirme arzuları maalesef şu anda tüm bilinçli aileler de dahil - onlarda da gelecek endişesi ve tek çıkar yolun çocuklarının sınavlarda başarılı olma düşüncesi - olmak üzere tüm ailelerin birinci problemi. Bunun için özel ders, kurs, dersane... en önemli başvuru kaynağı. 

Ülke şartları düşünüldüğünde haksızlar mı? Tabii ki bir noktada hak veriyoruz ama bu durum bireyin gelişimi ve ülke geleceği açısından düşündücü ve üzerinde titizlikle durulması gereken bir konu.

 

Anaokulu, ilkokul ve ortaokulun bir arada eğitim verdiği bir ilköğretim okulunda çalışırken maalesef sistemin getirdiği bir zorunluluğu biz de uyguluyorduk. Veli ve çevre baskısıyla her ay 1. sınıftan 8. sınıfa kadar o ayki bilgilerin, kazanımların davranışa dönüşüp dönüşmediğini çoktan seçmeli sınavlarla ölçmeye çalışıyor, diğer okullar ve il genelinde kendimizi test ediyorduk. İşte böyle bir sınav günü kitapçıklar tüm okulda dağıtılıp sınav başladı. okulda sessizlik hakim. Hizmetli arkadaşım israr üzerine bir veliyi odama getirdi. "Müdür bey, bizim çocuklarımız üvey evlat mı, onlara niye sınav yapmıyorsunuz," diye söyleyince şaşırdım. "Öğretilebilir ve eğitilebilir" tanısı konulmuş birkaç öğrencimiz vardı. Uyarmama rağmen bazı öğretmen arkadaşlarım sınıf başarıları düşer endişesiyle almadılar mı acaba diye düşünürken, hangi sınıfta, diye sordum. Veli, anasınıfı deyince şaşırdım! Velilerin gelecek endişelerini düşünebiliyor musunuz? Ana sınıfına giden çocuğuna onun yaş grubu gereği şekil ve sembolleri içeren sınav yapmamızı istiyor! Velime ne söylersem söyleyeyim, ikna ettiğimi sanmıyorum. 

 

Yine önceki gün bir okul yöneticisi arkadaşımla sohbet ederken anne ve babası üst düzey akademik unvanlı bir öğrencisi ve velisinden bahsetti.

Bu öğrencinin velisi okul rehberlik servisini arayarak, 3 gündür eşi ile birlikte şiddetli bir hastalık sonucu yataktan çıkamayıp, aldıkları ilaçlarla hastalığı atlatmaya çalışırken, sınavlara hazırlanan biricik evlatlarının 3 gündür odalarına girip, öldünüz mü, kaldınız mı, sizin için ne yapabilirimi bırakın, diğer odadan veya salondan bağırarak annesinden yemek, kendisinden harçlık isteme dışında bir şey yapmadığını, anne-babasının hastalığının onu ilgilendirmediğini üzülerek ifade edip, siz bu çocuklara edep, terbiye vermiyor musuz, sizden fizik, kimya, matematik öğretmenizi değil, evladıma insanlığı öğretmenizi istiyorum, talebi karşısındaki şaşkınlığını anlattı.

Artık anne babalar okuldan çocuklarına ders(fizik,kimya,biyoloji, matematik...) öğretmeleri değil de ahlak, edep, terbiye ister hale gelmişlerse - ailelerin kendi sorumlulukları bir tarafa - bu düşündürücü değil mi? Eğitimle birlikte verilemeyen öğretimin sonuçlarını görmekteyiz. 

 

Buyrun başka bir sıkıntımız: 

Yıllarca Batı üniversitelerinde hocalık, dekanlık, rektörlük yapmış bir ilim adamımız emekliliğini Türkiye'de geçirmek üzere gelir. Tabii bunu haber alan üniversitelerimizden teklifler peş peşe sıralanır. Hiç birisini kabul etmeyip emekliliği yaşayacağını söylemesine rağmen, kıramayacağı bir üniversitemizde yöneticilik olmamak kaydıyla kısmi zamanlı görevi kabul eder. İlk dersinde yüksek puanlarla seçilip gelmiş öğrencileriyle tanışma sonrası şu soruyla dersine başlar. "Şu alanda, şu üretimi yapan bir işletmemiz var. Şu, şu, şu, özelliklere sahip. Şunlar, şunlar, şunlar yapılarak %60 kapasiteye ulaşmış ancak %40 kapasite atıl durumda. Verdiğim bu bilgilerden yararlanarak bu işletmede kapasite artırımı için neler yapabiliriz, öğrenebilir miyim?" der. Derslikte tüm parmaklar kalkar. Hoca şaşırır ama mutlu olur. Siz, der. Öğrenci kalkar, "Şıkları görelim hocam." hoca şaşırır, anlayamaz, bir başkasına, siz, der. Öğrenci kalkar, "Şıkları görelim hocam." cevabıyla hocanın şaşkınlığı artar ve kime söz verdiyse aynı cevabı alması üzerine şu açıklamayı yapmak zorunda kalır: "Sizlere pek çok bilgiler verdim, işletmenin durumunu anlattım, Bununla ilgili ipuçları verdim, sizlerden yaratıcı düşünce yoluyla bunları bir araya getirip düşüncelerinizi öğrenmek istedim. Hiç mi fikri olan yok, hep hazırdan seçerek mi bulacaksınız? Bilgiyi değerlendirme, yorumlama, analiz yaparak bir sonuca ulaşma konusunda sizlere bir şeyler verilmedi mi, ne demek şıkları görelim, bu eğitim anlayışıyla bir yere varamayız!" der ve seçkin öğrencilerin bu yaklaşımları karşısında umutsuzluğu yüzüne yansır.

 

Hayat her zaman önümüze seçenek sunmayabilir, bunu yaratmanın yollarını öğretemezsek bu sonuçlarla karşılaşır, çocuklarımızın yaratıcılığını köreltmiş olmaz mıyız?

 

Çocuklarımızın tüm eğitim süreçlerini 1-2 saatlik çoktan seçmeli bir sınavla değerlendirmeyi hangi bilimsel düşünme ile izah edebiliriz?

Sınavsız da hiçbir şey olmaz sözü çok söylenmekte. Tabii ki sınav bir ölçme aracıdır, elzemdir, ancak, her şey değildir cevabımıza, bak, bunu mülakatla daha objektif hale getirdik diyenler olabilir. Sınavla kastettiğimiz yetersizliğin çözümü mülakat değildir. Bu yağmurdan kaçarken doluya tutulmak demektir. Mülakat, sınavı da yetersiz kılıp, tamamen subjektif, liyakatı devre dışı bırakarak ayrı bir garabete sebep olmaya açıktır ki bunu görüyor ve yaşıyoruz.

 

Her eğitimci de bilir ki öğrenciyi küçük yaşlardan itibaren gözlemleme, yeteneklerini tespit, tüm süreci raporlama, eğitim kademelerine geçişte yetkili kurullarda görüşüp yönlendirme, kurullara güvenme, objektiflikten uzaklaşmalara karşı caydırıcı tedbirlerle her öğrenciyi tek bir sınava veya mülakata bağlı kalmadan ilgi ve yetenekleri doğrultusunda yetiştirerek toplum hizmetine sunmaktan başka çaremiz yoktur.

Çocuklarımızın geleceğini karartmadan ve kendi toplumlarına olan güvenlerini kaybettirmeden liyakata dayalı bir sistemi acilen tesis etmenin zamanı geçmiyor mu?

 

Yoksa, "Şıkları görelim"e devam mı, ne dersiniz?

 

 

 

Çocuklarımızı kendi yetenekleri doğrultusunda yetiştirmeye gayret gösteren öğretmenlerimize ve onlara yardımcı olan yöneticilerimize selâm olsun. Öğretmenler Günü kutlu olsun.

DİĞER YAZILARI 24 ve 25 NİSAN'DA UNUTULMAMASI GEREKENLER 01-01-1970 03:00 FİKRE Mİ, İNSANA MI SAYGI ? 01-01-1970 03:00 FİKRE Mİ, İNSANA MI SAYGI ? 01-01-1970 03:00 EĞİTİMDE YÜKSELİYOR MUYUZ? 01-01-1970 03:00 ÇANAKKALE'DEN GELECEĞİMİZE ÖNEMLİ BİR ÇIKARIM 01-01-1970 03:00 BİR VEFATIN TOPLUMA YANSIMALARI, ALEV ALATLI İnsanlık Bildirisi ve Paçozluk 01-01-1970 03:00 BİR ÖLÜM HABERİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ : DİYARBAKIRLI RAMAZAN HOCA 01-01-1970 03:00 ÖLÜMÜNÜN 87. YILINDA M.AKİF (BİR İMAN VE DAVA ADAMI) 01-01-1970 03:00 SAKARYA TÜRKÜSÜ ÜZERİNE BİR DENEME 01-01-1970 03:00 YÜKSEK TÜRK KÜLTÜRÜ VE KAHRAMANLIĞININ ESERİ CUMHURİYET 01-01-1970 03:00 PAYLAŞILAMAYAN TOPRAKLAR ve KUDÜS 01-01-1970 03:00