SARIKIZ - Hatem TÜRK

Bu yıl kış yarısı eğlencesini düzenleyen İbo’nun aklında Sarıkız isimli yerdeki defineyi çıkartmak için plan yapmak vardı. Ona da bu fikri değirmenci Saley Usta vermişti. Her yılın sonbaharında evin zahra ve zavarını tedarik için İbo su değirmenine gider, babasından kalan hissenin karşılığı olarak 150-200 külek buğdayı öğütürdü. Karısıyla iki yengesinin kaynattığı bulgur da eklenince iş […]

22 Mar 2025 - 14:17 YAYINLANMA

Bu yıl kış yarısı eğlencesini düzenleyen İbo’nun aklında Sarıkız isimli yerdeki defineyi çıkartmak için plan yapmak vardı. Ona da bu fikri değirmenci Saley Usta vermişti. Her yılın sonbaharında evin zahra ve zavarını tedarik için İbo su değirmenine gider, babasından kalan hissenin karşılığı olarak 150-200 külek buğdayı öğütürdü. Karısıyla iki yengesinin kaynattığı bulgur da eklenince iş bir hayli çok oluyordu. Böylece üç taşı olan değirmen yaklaşık bir hafta onlara çalışırdı. Sonunda İbo un, bulgur, yarma ve hayvanlar için öğütülen zavarla dolu olarak eve gelirdi. Kış boyunca kalabalık evin çoğu iaşesi de böylece tamamlanmış olurdu.

Değirmende babasıyla birlikte beş kişinin hissesi vardı. Yusuf Ağa, değirmeni Gürün’deki Ermeni kargaşasından kendisine sığınan Saley Usta’ya emanet etmişti. Yalnız değirmen değil hemen her işten anlayan Saley Usta, civarda tek olan bu su değirmenini olağanüstü bir çabayla işletir hem kendisi hem köylüler kazanır hem de civar köyden gelenler işlerini görürlerdi.

Ekin zamanı başlayan yoğunluk kar yağana dek hiç dinmeden sürerdi. Saley Usta, önce komşu köylerin işlerini görür sonra da köylülerine bir bir haber salardı. Yardımcılarıyla birlikte sekiz on kişi çalışırlardı. Değirmene gelenler de boş durmaz onlar da iş görürlerdi ki iş ancak yürürdü.

Değirmeni köyün içinden geçen Tohma ırmağından kanalla getirilen su döndürürdü. Bu kanaldan akan üç domuzluk vardı. Büyük bir gürültü ve hengâmeyle çalışan değirmene komşu köyden gelenler kimi zaman günlerce burada eğleşirlerdi. Bunlar ya değirmende geceler ya da köylüde kalırlardı. Çoğunlukla dağ köylerden geldikleri için sonbahar meyve-sebzeleri açısından da zengin olan köyün nimetlerinden yararlanırlardı. Köyde hemen herkesin üzüm bağı olur, konuklar da değirmendeki günlerini çeşit çeşit üzümleri yiyerek şenlendirir, giderken de üç beş kilo evlerine götürürlerdi.

Komşu köylerden çoğunlukla at ve eşeklerle gelirler, kalabalıkta nöbetin kendilerine gelmesini beklerlerdi. Değirmenciler yemeklerini günde bir kez değirmende yerlerdi. Yemekler çoğunlukla un ve bulgurla yapılan tek çeşit olurdu. Ama taze olduklarından mıdır bilinmez yemeklerin tamamı da lezzetli olurdu. Bazen sadece bulgurdan bazen domates, biber ya da yeşil fasulyeden yapılan aş, bazen değirmen taşının sıcağında yapılan kömbe ya da sadece yufka ekmeğin bile tadına doyulmazdı. Belki de insanlar çok çalışıp az yedikleri için bu kadar tatlı geliyordu her şey.

Her evde en az sekiz on kişinin olduğu aileler için değirmen tedariği, uzun kış aylarının ne zorlukta geçeceğini de gösterirdi. Zengin evlerde bolca konulan un, bulgur kışın da yazın da rahatlıkla geçmesini sağlarken garibanlar her şeyi kısıtlı harcar, daha çok katık ve kuru meyveyle öğünlerini geçirirlerdi. Çünkü yalnız kendileri ya da misafirleri için değil evdeki eşek, at ve köpekler için de zavar tedariği gerekliydi. At ve eşekler neyse de köpekler için yıl boyunca yal yapmak zorundaydılar. Yal yemeyen it ne davara gider ne de evlerini, ocaklarını korurdu. Onlar yerine göre evin horantasından daha değerliydiler.

*

O güz İbo günlerce değirmende kaldı. Her gün bağırtı çağırtının içinde hem çalıştılar hem yiyip içtiler hem de un, bulgur öğüttüler. İşin sonunda gazlı motor değirmene yanaşıp İbo, Saley Usta’dan helallik istedi. Saley Usta da velinimeti olarak gördüğü Yusuf Ağa’nın bu son cücüğüne sarılıp “asıl sen hakkını helal et” dedi. İbo, doğar doğmaz babasını kaybetmiş anası ve iki ağabeyiyle kala kalmıştı. O günden beri de Saley Usta onlara hep iyilik etmişti. Yeğenleri arabayı yüklerken Saley Usta, İbo’ya gözyaşları içinde sarıldı. Sonra da İbo’nun şaşkın bakışları arasında onu değirmenin arkasındaki Emey Karı’nın bahçesine götürdü. Emey Karı burada yaz boyunca dut süzer, çir yarardı. Yanına da kendisi gibi seferbirlikte babasını kaybeden amcasının kızından başkası gelmezdi. Bu ikisi hiç görmedikleri babalarının yokluğunu onlardan kalan bu bahçede geçirirdi.

Saley Usta Köyde en çok da bunlardan çekinirdi. Gürün’den kaçıp buraya sığındığı zamanlarda onların amcakızını sevmişti. Kıza sevdiğini bu bahçede söylemiş, anası Anuş’tan yadigâr yüzük ve bilezikleri de ona uzatmıştı. Ama kız, “ben şehit kızıyım sana varamam” demişti. O da çaresiz başını öne eğmişti. Ama o gündür bir suçluluk duyardı.

Saley Usta, bu iki ebe anayı da rahatsız etmeden İbo’ya söyleyeceklerini söyledi. Sonra da ağzını sıkı tutması için tembihledi. İbo da gözleri kan çanağı içinde gazlı motorun yanına geldi. Gün boyunca da ağzını bıçak açmadı. Bu onun Saley Usta’yı son görüşü oldu.

Saley Usta artık yaşlanmıştı. Değirmeni yetiştirdiği adamlara bırakarak köydeki varını yoğunu satıp İzmir’e göçtü. Büyük sırrını olabilecek en doğru kişiye vermenin rahatlığıyla doğup büyüdüğü, gençliğinde acıların en ağırlarından birini, aşk acısını yaşadığı memleketine bir daha dönmemek üzere veda etti. Yeni hayatında ona ne hain ne de gâvur diyecek birileri olacaktı. Sarıkız’ı artık istediğiyle evlenme hakkını kullanabilen bu deli oğlan koruyacaktı.

*

İbo, kış yarısı eğlencesine kadar hep kara kara düşündü durdu. Orada ne yapacağına ve kiminle yapacağına karar verecekti. Kış yarısı, kuzuların anne karnında tüylerinin bittiği zaman olarak kabul edilen günde kutlanırdı. Köylüler kendilerini bildi bileli bu eğlence düzenlenirdi. Çobanın önderliğinde köyü ev ev dolaşan gençler, mani ve türküler eşliğinde yiyecek ister, toplananlar bir evde türlü oyun ve eğlenceyle yenilip içilirdi.

Bu eğlencenin gününü tespit etmek öyle zor da değildi. Güzün koç katımı nasılsa belliydi. İşte o günden elli gün sonrası kuzuların belirginleştiği zamandı. İbo, gün boyunca köydeki gençlerle ev ev dolaşıp türlü yiyecekleri topladı. Başta karısı olmak üzere babayiğit gelin ve kızlar bunlardan çeşit çeşit yemekler yaptı. Akşama doğru ise köyün yaşlıları bir yerde, gençleri bir yerde, kadınları ise başka bir odada toplandı. Değişik güldürü ve eğlenceyle beraber geç saatlere dek çıra, gaz lambası ve löküslerin aydınlattığı evde bir büyük eğlenti oldu.

Bir yandan yeme ve içmeleri diğer yandan eğlenceleri organize eden İbo’nun aklındaki en önemli konu ise Sarıkız’daki defineydi. Saley Usta’nın gözyaşları içinde ona anlattıklarını bir an bile aklından çıkaramamıştı. Şimdi köydeki özellikle yeğenleri arasında sağlam adamlar bulup defineyi bulma planları yapıyordu. Bunu Saley Usta şimdiye kadar kimseye demediyse onun da dememesi gerekiyordu. O konuşmada Emey Karı ve Hatçe Ebe Ana’nın işkilli bakışları bile Saley Usta’nın İzmir’e göçmesini çabuklaştırmıştı. Oysa karısı, çocukları hepsi köydeydi. Onlar da bu durumdan bir şey anlamamışlardı. Çünkü Saley Usta onlara güvenmez, hiçbir şeyini anlatmazdı. Her şeyini içinde yaşardı. Köylüler de her işlerini yapan bu zekâlı adama çok ilişmezlerdi. Ama yine de yeri geldiğinde ona gâvur der, onun geçmişini kurcalarlardı. O da en zayıf yerinden yediği her kamayla biraz daha içine kapanır, kendini çalışmaya verirdi.

*

Saley Usta çalışmadığı zamanlarda dağlarda dolaşırdı. Onu görenler mutlaka bir icat peşinde olduğunu düşünüp fazla sorgulamazlardı. O da genelde Sarıkız taraflarına gider orda kaybolurdu. Saley Usta, köylülerin nedenini bilmedikleri halde yaklaşamadıkları bu yerleri çok iyi bilirdi. Burası çok eski zamanlarda insanların yaşadığı bir yerdi. Söylenceye göre bir kralın sarı saçlı, gök gözlü yakışıklı oğlu ordunun içinde sefere gitmiş. Bu civardan geçerken ordudan ayrılıp yakınlarda akan ırmağın oluşturduğu göle gelmiş. Bu gölün uzaktan turkuaz rengi prensi kendisine çekmiş. Gölün kenarına yaklaştığında genç bir kızın gölde yüzdüğünün görmüş. Uzaktan bu kızı uzun uzun izlemiş ve ona âşık olmuş. Kız uzun saçlı, esmer tenli ve uzun boyluymuş. Saçları neredeyse topuklarına kadar geliyormuş. Prens kızı ürkütmeden uzun uzun beklemiş, sudan çıkıp giyindikten sonra yanına usulca yanaşıp selam vererek kendisinin gezgin bir ozan olduğunu, yakınlarda köy olup olmadığını sormuş. Kız ırmağın aşağısında köyün olduğunu ve orada şölen olduğunu söylemiş. Ozan kılığındaki Prens de “o köyde saçları kara, gözleri kara, gönlü ak güvercinler gibi güzel bir yiğit kız var mıdır ki ona yâr olayım ölene dek” demiş. Bu sözler kızın ciğerine işlemiş, alt dudağı titremiş, söz söyleyememiş. Oğlan “seni üç kez öpsem, gelip babandan istesem bana varır mısın dolunay yüzlü, ömrüm sana feda olsun” demiş. Kızın eli ayağı birbirine dolaşmış. Oğlan gafil avlanıp bir sağ, bir sol yanağından bir de alnından öpüp kaçmış. Babasının da olduğu karargâha gelmiş.

Devlet işlerinden başını kaldırmayan Kral, oğlunun tedirginliğini sezmiş ve “bugün dağda bayırda görülmedik ne gördün yiğit Prens’im” demiş. O da “doğduğumdan beri seni bildim, sana inandım aziz babacığım, senin yanında oldum, senin için seferlere çıktım. Ancak anladım ki dünyanın ucu bucağı da bitmez senin seferlerin de. Bundan sonra izin verirsen kendi seferlerime çıkıp kendimi bulup kendim olup evimi kurmak isterim” demiş. Babası durumu anlamış ve “Sevgili asil oğlum, soyumuza uygun kimi seçtiysen sana onu alayım, sana maiyet vereyim, sen de dilediğin yere sefere çık” demiş. Oğul hem korkmuş hem de umutlanmış. Başından geçenleri babasına anlatmış. Babası üzüldüğünü belli etmemiş. Ama kesin cevabını da vermemiş.

Oğlan sonraki günlerde sevgilisinin köyüne gidip bağ bozumu şölenine katılmış. Dünyanın en değerli şaraplık üzümlerinin olduğu bu köyde insanlar her sene bu mevsimde eğlence düzenler, en güzel şarapları, pekmezleri, pestilleri sergilerlermiş.  Bu eğlencelerde sevenlere kimse karışmaz, onlar da yoğun geçen yazın sonunda beğendikleriyle evlenirlermiş. Prens de kızla buluşmuş. Babasının da durumdan memnun olduğunu, yakında dillere destan bir şenlikle evleneceklerini söylemiş. Gençler, şölen günleri boyunca müzikli, yarışmalı, yemeli içmeli eğlencelerde kendilerinden geçmişler.

Ama Kral, adamlarına oğlunu takip ettirip kızın, oğlanın kendisini gördüğü yerin karşısındaki şarap testisi atölyesinde çalışan basit bir köylü kızı olduğunu öğrenmiş. Oğluyla çatışmamak için ona bir şey dememiş ama gelininin soylarını bozmasını da istememiş. Adamlarına bu kızı öldürme talimatı vermiş. Bir gün oğlan sevgilisiyle buluşmaya gittiğinde kızı bulamamış. Kızın evinde ise acı bir kalabalık varmış. Aralarına yaklaştığında Kralın askerlerinin sevgilisini öldürdüğünü öğrenip oracıkta bayılmış. Günlerce ayılamamış. Yemeden içmeden kesilmiş. Sevgilisini ilk defa gördüğü yere gitmiş. Buradaki gelip gidenlerden ürküp orayı yüksekten gören bir tepeye gelip orada kalmış. Bir mezar kazmış. Varını yoğunu satıp altından bir tabut yaptırmış. Bir gece sevgilisini mezarından çıkarıp tabuta koymuş. Babasına da “Aziz babam, altın gibi bir gelinin olacak. Onun adı artık Sarıkız” demiş. Babası oğlunun sözlerinden bir şey anlamamış. Ama kızın ölümünden beri oğlunun da öldüğünü görüp kalan ömrünü pişmanlıkla geçirmiş. Oğlan ise Sarıkız’ın yanından bir daha ayrılmamış.  

YORUMLAR

Maksimum karakter sayısına ulaştınız.

Kalan karakter: