ZEHİR - Hatem TÜRK

Yorgunluğumun umutsuzluk gibi bir anlamı var. Ya da umudumu yitirdiğimden beridir bedenim bu dünyaya ağır geliyor. Devrilmek için bir ağaç gölgesi arıyorum. Sonra Süleyman Peygamberi ayakta tutan asanın ufak ufak eriyip yok olması gibi sırtımı dayadığım ağacın da devrilmesini bekliyorum. Yalnız başımdaki değil tüm bedenimi saran sızı vücudumu kemiren kurtları her an biraz daha arttırıyor. […]

20 Oca 2025 - 09:40 YAYINLANMA

Yorgunluğumun umutsuzluk gibi bir anlamı var. Ya da umudumu yitirdiğimden beridir bedenim bu dünyaya ağır geliyor. Devrilmek için bir ağaç gölgesi arıyorum. Sonra Süleyman Peygamberi ayakta tutan asanın ufak ufak eriyip yok olması gibi sırtımı dayadığım ağacın da devrilmesini bekliyorum. Yalnız başımdaki değil tüm bedenimi saran sızı vücudumu kemiren kurtları her an biraz daha arttırıyor. Ölüm kurtuluş olduğu kadar uzaklaşıyor; azap olduğu kadar yaklaşıyor. Ne sabahın taze serinliği ne gecenin dingin sessizliği hiçbiri hiçbiri yaşlı bedenime iyi gelmiyor. Ancak doğuya doğru kıvrılıp giden vadiye yamaçtan bakan bu ardıç gölgesi zaman zaman uyuşturuyor beni. Ağrılarımın arasında geçmişin güzel hülyalarla dolu küçük pencerelerine dalıyorum arı kuşları gibi.
**
Vadinin her iki tarafını yeşillendiren ırmak, içindeki balıklar gibi biz çocukları da şenlendirdiğinde her şey ne de güzeldi. Sabahtan akşama dek suyun içinden çıkmazdık. Susuzluğumuzu gideren bu ırmak yaz aylarında çoğalma mevsimi olduğundan balıklarını bize vermek istemezdi. Biz de yine onun beslediği erik, armut, elma ya da bostan güzellikleriyle doyardık.
Kadınlar çamaşır ve bulaşıklarını yıkarken ırmaktaki cıvıldaşma doğayla insanın barış içinde yaşadığının fotoğrafıydı. Bir yanda yaylaktan inen davar, sıra halinde kana kana içerken diğer taraftan kuşlar kendilerine yer bulurdu. Kazanlarda kaynatılan çamaşırları tokaçlayan gelinler, kaynanalarının gözünde daha da büyürlerdi. İnsanlar abdestlerini bu arı sudan alırlardı.
Irmak bahar aylarında yağan yağmurla bulanık aksa da bazı yerlerdeki çaykaralarda her zaman temiz su olur, biz oralardan içerdik Suların her yükselmesi yatağının dışına çıkarak bahçelere taşmasına neden olurdu. Bu, ilk zamanlarda bizleri korku ve heyecana sürüklerken selin çekilmesiyle en kolay balık avı başlardı. Güneşin hafif serinliğiyle pişirilen balıkların tadı eşsiz olurdu.
Bazı yıllar afet olur, ırmak olabildiğince canavarlaşırdı. Kayalar, kütükler, ağaçlar, önüne ne gelirse sürüklenir; böyle zamanlarda şanssız olan insanlar bile bulanık suda kaybolurlardı. Tohma’nın gücünü ve ruhunu tanımayan gelinlerle çocukların cansız bedenleri kilometrelerce uzakta bulunurdu. Irmakla büyüyenlerse nesillerce anlatılan kurtulma öyküleriyle çıkarlardı bu savaştan.
**
Bir gün köylüler taşkının atıkları arasında plastik bir bidon buldu. Bükteki yılgın ağaçlarına takılan bu acayip şeyi bulanlar başta içinden hazine çıkabileceğini düşünse de hayal kırıklığı yaşadılar. Sonraki zamanlarda bu gibi nesneler çoğaldığı gibi Kangal Termik’in atıkları da hoyratça ırmağa bırakılmaya başladı.
Çirkinliklerin güzelliklerden en büyük farkı yayılma hızı olsa gerektir. Ülkedeki plastik kullanımı arttıkça ırmağın bu yeni çöpleri de arttı. Öyle bir zaman geldi ki köylüler bile artık her atıklarını ırmağa atmaya başladılar. Sonra kanalizasyon şebekesi kuruldu ve yine ırmağa bağlandı. Artık bırakın ırmaktan su içmeyi, o suya dokunmak bile olası değildi. O güzelim su kokudan yanına yaklaşılamayan birinin ırmağı haline geldi.
Köylüler düğün yaparken eskisi gibi evlerden tabak, kaşık toplamıyor yüzlerce köpük kaplara koydukları yemekleri servis ediyorlardı. Sonra da dev plastik torbalarla onları ırmağa döküyorlardı.
Hele kurban bayramlarında kesilen hayvanların atıkları komple ırmağa dökülünce günlerce ırmağın yanından geçilmez olmuştu.
Önceleri köylüler, ırmağın suyunu bir metre yukarı çıkartıp da ağaç ve bostan ekip dikmeyi bilmezlerdi. Ermeni huzursuzluğundan köye sığınan Saley Usta’nın su çarkı yapmasıyla köyde tarım başlamıştı. Uzun yıllarca ırmağın suladığı topraklarda tadına doyulmaz meyve ve sebzeler yetiştirildi. Bunlar köye büyük bir zenginlik sağladığı gibi civar köyler ve Kangal’da da köyün şöhreti arttı. Bu köyden kız almak adeta bir iltimas oldu.
Irmak kirlendikçe ağaçlar da eskisi gibi ürün vermemeye başladı. Köylüler değişik ilaçlar kullansa da bir çözüm bulunamadı. Her ilaç, işleri biraz daha zorlaştırdı. Bostanlar da farklı değildi. Verilen hormonlar, gübreler tarlaları düzeltmedi. Sonuçta köylüler ilçeden domates, salatalık, yumurta hatta süt bile aldılar. Artık tüm ihtiyaçlar üç harfli marketlerden görülür oldu.
**
Eskiden herkesin evinde aile bireyleri gibi inekleri, davarları, atları, eşekleri, kedileri, tavukları vardı. Herkes evdeki insanların ihtiyaçları gibi onların da gereksinimlerini görürdü.
Köyün tadı kaçmaya başlayınca önce evlerden birer ikişer kişi gurbete gitti. Sonra köyden üçer beşer ev gurbetin yolunu tuttu. En sonunda köyde tek tük baca kaldı tüten. Ama bir kez kirletilen ırmak artık on iki ay kirli akar oldu. Etrafına yeşillik ve bereket değil hastalık ve yokluk vermeye başladı.
O zamanlarda insanlar gurbette bile ölse tabutu köye getirilirdi. Kalabalık cenaze törenleriyle defnedilirdi. Şimdi cenazeler bile gelmez oldu. Köydeki son yaşlılar öldükçe komşu köyler birleşip mezarlığa gider oldu. Gurbette ölenlerin hali ise içler acısıydı. Biri öldü mü sahipleri yirmi yıllığına mezarlık kiralıyorlardı. O süre dolunca da kemikler toplanıp yerini başkasına kiralıyorlardı. Kemiklerin akıbeti ise belirsizdi. Buna rağmen yine de kimse köye gömülmek istemiyordu çünkü onlara göre çocukların çoğunun köyle ilişkisi kalmamıştı. Mezarlar yalnız kalacaktı.
**
Bir gün köyün muhtarı, ırmağın köyün hemen üzerindeki gözesinden itibaren kapalı borularla başka bir şehre taşınacağının müjdesini verdi. Köyün bundan en büyük kazancı ise o belediyenin hediye ettiği çöp bidonlarıydı. Artık köylüler çöplerini ırmağa değil bu modern çöp bidonlarına atacaklar, belli aralıklarla vilayetten gelen çöp arabaları bu çöpleri götürecekti.
Muhtarın büyük bir heyecanla anlattığı bu yenilik köylülerce de alkışlandı. Sanırım yalnızca ben bu durumun çok feci bir hal olduğunu söyledim. O zamanlarda ülkedeki siyasi gelenek icabı olabilecek en ağır şekilde topa tutuldum. Terörist ilan edildim. Muhtar ve yandaşları bununla da yetinmeyip köyün içme suyu ihtiyacını bahane ederek bin bir dalavereyle köye çok uzaktaki tarlamda bulunan suyumu büyük masraflarla getirdiler.
Benim yıllarca adalet arayışım boşa gitti. Muhtar kazanmıştı. Böbürlenerek koltuğunu yandaşlarından birine devretti ve zenginliğinin sefasını sürmek üzere vilayete taşındı. Çünkü köyün suyu artık sağlıklı yaşamasına izin vermiyordu. Kısa bir süre sonra da yatağa düştü. O da köyün ırmağı gibi acı acı irin kusmaya başlamıştı. Hem bir türlü de düzelemiyordu. Zehirlediği sudan zehirlendiğini kimse hesaba katmadı ki ondan sonra gelenler de aynı yolu takip ettiler.
Ömrümün bu son baharını keklik seslerini dinleyerek ardıç kokusu içinde geçirmek istiyorum. Bazen bir gelincik dikilip yeniden kayboluyor; bazen de kırçıl bir tavşan yanı başımdan hareket ediyor. Hiç istemediğim halde zaman zaman sosyal medyaya kayıyor gözlerim. Gördüğüm son haber beni artık etkilemiyor.
“Köyün muhtarı içme suyu ihtiyacı için Malatya Belediyesi ile olumlu bir görüşme gerçekleştirdi.”
Hatem Türk
18.01.2025

YORUMLAR

Maksimum karakter sayısına ulaştınız.

Kalan karakter: