EĞİTİM
Giriş Tarihi : 16-04-2024 14:26

Çocuklara bilimin nasıl sevdirileceğini pedagoglara bırakmak isterim.

Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Hilmi Ataseven Sivas Cumhuriyet Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde bir söyleşi yaparak üniversite bünyesinde yapılan kanser çalışmaları ve bilimin topluma yayılması konusunda görüşlerini paylaştı.

Çocuklara bilimin nasıl sevdirileceğini pedagoglara bırakmak isterim.

Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Hilmi Ataseven Sivas Cumhuriyet Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde bir söyleşi yaparak üniversite bünyesinde yapılan kanser çalışmaları ve bilimin topluma yayılması konusunda görüşlerini paylaştı.

  • Sayın hocam, hem bir tıp doktoru hem de bir idarecisiniz. Uzun yıllarınızı tıp bilimi için harcadınız ve halen gastroenteroloji alanında bilimsel çalışmalar yürütüyorsunuz. Aynı zamanda üniversitemizde yapılan bilimsel çalışmaları da gözlemleme imkânınız var ve kendiniz de bir TÜBİTAK projesinde görev alıyorsunuz. Tüm bu şapkaları takan bir insan olarak TÜBİTAK Projeniz hakkında bilgi alabilir miyiz?

Evet, uzun yıllar boyunca tıp alanında çalışmalar yaptım ve mesleğimi büyük bir sevgi ile yapıyorum. Yine dünyaya gelsem, yine tıp okumak ve gastroenteroloji alanında çalışmak isterdim. Mesleğimi seviyorum çünkü insanları seviyorum zira hekimlik insan sevgisi olmadan icra edilecek bir meslek değildir.

Hekimliğin yanı sıra rektör yardımcılığı görevim de bulunmakta. Bildiğiniz gibi üniversitelerin tek amacı eğitim-öğretim değildir, üniversiteler aynı zamanda bilim üreten kurumlardır. Dolayısıyla üniversitemizin bilimsel çalışmalarını da bu görevim dolayısıyla yakından izleme şansım oluyor.

Söylediğiniz üzere Prof. Dr. Koray Sayın’ın yürütücü olduğu “Mide Adenokarsinomlarında Çok Hedefli Yeni Benzamid Türevi Histon Deasetilaz (HDAC) Inhibitörlerinin In Siliko, In Vitro ve In Vivo Yöntemlerle Incelenmesi” isimli TÜBİTAK projesinde de görev almaktayım. Bilimsel araştırmaların dış finansman ile desteklenmesi hem büyük başarı hem de gururdur. Dolayısıyla TÜBİTAK tarafından desteklenen bu projede yer almaktan da büyük mutluluk duyuyorum.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre, kanser hastalarında ölüm sebepleri arasında mide kanseri dünyada dördüncü ülkemizde ise ikinci sırada yer alıyor. Tedavi olarak kullanılan yöntemlerinden birisi enzim inhibitörleri kullanılmasıdır. Koray Hocamızın yürütücüsü olduğu TÜBİTAK projemizde mide kanseri tedavisinde histon deasetilasyon (HDAC) enzim inhibitörleri kullanılması amaçlamıyoruz. 15 Ekim 2022 yılında başlayan projemizde in siliko ve sentez çalışmalarını tamamladık. Şu an in vitro ve in vivo çalışmalara devam ediyoruz. Yakın zamanda ulaştığımız sonuçları paylaşmayı umut ediyoruz.

 

  • Projenizi sadece laboratuvarla sınırlı tutmadığınızı, bilimi yaymaya çalıştığınızı da biliyoruz sayın hocam. Bilime ve bilim iletişimine bakış açınız nedir?

Bilime ve bilim iletişime bakış açımı şöyle özetleyebilirim. Bildiğiniz gibi bilim okuryazarlığı diye bir kavram var. Bir bireyin bilimsel bilgiyi anlama, yorumlama, değerlendirme ve kullanma yeteneğine bilim okuryazarlığı diyoruz. Toplumun bilim okuryazarlığı seviyesinin gelişmesi insani gelişmişlik açısından çok önemli. Biz bilim insanlarının tek amacı sadece bilimsel bilgi veya çare üretmek değil aynı zamanda toplumun bilim okuryazarlık seviyesinin artırılmasıdır. Bu anlamda bilim iletişimi çok önemli bir konudur.

Günümüzde bilim iletişimin özellikle sosyal medya üzerinden yapıldığını görüyoruz. Bu hem iyi hem kötü. İyi, çünkü (şunu kabul etmek lazım ki) hemen herkes sosyal medyaya az ya da çok şekilde ilgili. Ama diğer taraftan sosyal medyada paylaşılan bilgini gerçekten doğru bilgi olup olmadığı çoğu zaman meçhul. Ayrıca bu paylaşımların çoğu ticari çıkar amacı taşımakta. İşte bu sebeple biz bilim insanlarının, bilim enstitülerinin, üniversitelerin ve hatta milli eğitimin bilim iletişimine ve bilim okuryazarlığına daha fazla önem vermesi gerekiyor.

 

  • Bilimsel bilgiyi halkın anlayabileceği şekilde uyarlamak sizce önemli mi? Bilim insanları bilgiyi halkın anlayabileceği şekilde nasıl sunmalı? Siz bir hekim olarak karmaşık bilgileri hastalarınıza nasıl anlaşılır bir şekilde aktarıyorsunuz?

Bilimi halka sevdirmek ve bilimsel bilgiyi halka doğru ve anlaşılır şekilde aktarmak çok önemli ve bilim insanları olarak bizim de görevimiz. Örneğin tıpta biliyorsunuz ki Latince terminoloji kullanımı ya da ilaç isimleri çok yaygın. Siz hastaya “anamnez alayım”, “femur çatlağı oluşmuş”, “antienflamatuar yazıyorum” derseniz hasta bambaşka şeyler anlayabilir. Ve maalesef doğamız gereği insanoğlu karamsar bilgilere karşı daha hassastır.

Dolayısıyla biz bilim insanları kendi aramızda terminoloji kullansak da hastalarımıza (halka) bu bilgiyi onun anlayacağı dilde aktarmak her şeyden önce karşımızdakine değer vermek anlamına gelir. Şunu bilmeliyiz ki bilim insanlarının çoğu bu işi sadece geçim kaynağı olarak görmezler. Bilim insanları bilimi ve insanları sevdiği için, daha çok idealizm sebebi ile bilim yapar. Zira dünyanın pek çok yerinde bilim insanları ortaya koyduğu emeğin karşılığını parasal olarak çoğunlukla alamazlar, zaten böyle bir istekleri de çoğunlukla yoktur. İşini gerçekten seven ve özellikle hekimlik mesleğini idealizm ile icra eden hekimlerimizin zaten hastası ile doğru iletişim kurduğunu, en azından kurmaya çalıştığını görüyoruz. Hasta ile hekimin ortak dil konuşması hem hasta hem de hekim için çok önemli.

 

  • Siz hastalarınızdan en çok hangi soru(n)ları duyuyorsunuz? Hastalarınıza en zor neyi anlatıyorsunuz?

Belki de her hekimin mesleği ile ilgili en çok mutsuz olduğu şey hastasına kötü haber vermektir. Empati yapabilmek ve mesleğe mekanik değil de insani açıdan yaklaşabilmek her insan için kolay değildir. İnsanın çoğu zaman zorlu bir ameliyata ya da tedaviye girmeyi hastaya kanser olduğunu söylemeye tercih ederiz.

Sağlık Bakanlığı verilerine göre Türkiye’de en sık rastlanan ölüm sebebi Dolaşım Sistemi Hastalıkları (%36). İkinci sırada ise Solunum Sistemi Hastalıkları (%16) ne Neoplazm’lar (%16) yani kanser ölüm sebebi olarak gelmekte. Maalesef yaşam koşullarımız (beslenme, hava kirliliği, sigara ve alkol kullanımı) sebebi ile kanser vakaları çok arttı ama şu da mutluluk verici ki kansere karşı gün geçtikçe daha güçlü oluyoruz. Örneğin biz de şu an TÜBİTAK desteği ile yürüttüğümüz projemizde oldukça umut verici sonuçlar alıyoruz.

Mide bağırsak hastalıkları çok çeşitli ve çok şükür de geldiğimiz noktada pek çok hastalığı tedavi edebiliyoruz. Hastanemizde mide bağırsak hastalıklarını tedavi etmekle kalmıyor aynı zamanda bu projemiz dâhilinde mide kanserine de çözüm bulmak için bilimsel çalışmalar yapıyoruz.

 

  • Bilimin toplum üzerinde bir etkisi var mıdır? Şu anlamda soruyorum; bilim insanları zaten bilim icra ediyor, sonuçları yayımlıyor ve bilimsel bilgiyi pratikte de uyguluyor. Bu bilimsel çıktıları halkın bilmesine gerçekten gerek var mı? Örneğin sıradan bir insanın “antihistaminik”, “patojen”, “profilaktik”, “anamnez” gibi tıbbi terimleri bilmesi gerçekten gerekli mi?

Sıradan bir insanın bu terminolojiyi bilmesine gerek yok, zaten bu pratik açıdan mümkün de değil. Hiçbir hekim bu tür terimleri hastanın anlamasını zaten beklemez. Ancak halkın temel bilimsel okuryazarlık düzeyine de sahip olması gerekir. İnanın bu gelişmişlik seviyesi ile ilgilidir ve toplumun refah seviyesini belirgin şekilde artırır.

Örneğin insanların bilginin kaynağını ve güvenilirliğini sorgulaması gerekir. Farklı alanlardaki temel bilgileri bilmesi, bilim ile ilgili sorularını doğru şekilde sorabilmesi gerekir.  Bilimsel bilginin halka açık olması, aynı zamanda bilim insanlarının çalışmalarına ve bilime olan güvene de katkıda bulunur. Dolayısıyla bu çift taraflı fayda sağlar. Hem halkın eleştirel düşünme ve sorgulama kapasitesi artar, bilim sayesinde hayatları iyileşir hem de bilim insanlarının daha verimli ve halktan destek alır şekilde çalışması mümkün olur.

 

  • Sizce ülkemizin bilim iletişimi politikaları (ki bilim iletişimi konusunda faaliyet gösteren neredeyse tek devlet kurumu TÜBİTAK. Bunun dışında özel dergiler, podcast kanalları, web siteleri ve YouTube içerikleri var) yeterli mi? Geliştirilebilir mi?

Türkiye'de bilim iletişimi politikaları, son yıllarda bazı gelişmeler gösterse de hala tam anlamıyla yeterli değil. Bilim iletişimi konusunda faaliyet gösteren kurumların sayısı az ve bu kurumlar arasındaki koordinasyon eksikliği hissediliyor. Bu konuda biz üniversitelere de büyük görev düşüyor. Ancak şu sevindirici ki özellikle pandemi döneminde ister sıkıntıdan ister ihtiyaçtan deyin bilimsel girişim sayısı oldukça arttı. Örneğin sosyal medya ya da video, podcast gibi kanallarda bilim iletişiminin son derece güzel pratiklerine rastlıyoruz. Ancak, bu konuda tekrar altını çizmek istediğim en önemli nokta bu tür içeriklerin doğruluğu ve kalitesidir. Nasıl ki yanlış kullanılan -amiyane tabirle- kocakarı ilaçları kişi sağlığından ediyorsa bilimsel görünen yanlış bilgilerin de çok ciddi sonuçları olabilir. Ve maalesef sosyal medyada özellikle tıp alanında çok fazla kirli ve yanlış bilgiye rastlıyoruz.

 

  • Günümüzde Facebook, Tiktok, Instagram gibi ortamlarda insanlar gördükleri pek çok şeye inanıyorlar. Özellikle sağlık konusunda pek çok yalan yanlış bilgi kontrolsüzce paylaşılıyor (dezenformasyon, mezenformasyon, malenformasyon) ve insanların da bunu uyguladıklarını görüyoruz. Yanlış tıbbi bilginin yayılmasıyla mücadelede bilim iletişiminin rolü nedir?

Bilim iletişimi bu anlamda büyük fark yaratabilir. Uzman görüşlerinin, makalelerin, infografiklerin bilimsel atıflarla beraber halka iletilmesi, halkın yanlış bilgiyi fark edebilir bilgi düzeyine erişebilmesi ve eleştirel düşünme becerileri kazanmasında bilim iletişimin rolü büyüktür.

Bakın, aslında şunu ifade etmek istiyorum. Laboratuvarda ya da sahada bilim üretmek bir iştir, bunun doğru iletişimi yapabilmek ise başka bir büyük iştir. Siz isterseniz laboratuvarda ölümsüzlüğün sırrını bulun. Eğer bunu doğru şekilde doğru kitleye iletemiyorsanız yaptığınız işin katma değeri olmaz.

 

  • Özellikle tıp alanında pek çok doktorun (başta dahiliye, plastik cerrahi ve cildiye olmak üzere) sosyal medya hesapları olduğunu görüyoruz. Bu elbette ticari açıdan anlaşılabilir bir durum. Siz bu hesapların bilime katkı sağladığını düşünüyor musunuz?

 

Evet, ben de sıklıkla bu tür hesaplara ve paylaşımlara rastlıyorum. Bunu hem faydalı hem de tehlikeli buluyorum.

Doktorlar elbette sağlık konusunda paylaşım yapabilirler, bunun toplum sağlığına büyük katkısı vardır. Ancak doktorun uzmanlığı dışına çıkmaması, verdiği bilginin bilimsel kaynaklara dayanması çok önemli. Bir de işin tıp etiği yönü var. Biliyorsunuz tıbbi reklam yapmak tıp etiğine aykırıdır. Ayrıca hasta-doktor gizliliği, hasta mahremiyeti çok hassas konular. Maalesef bu konulara dikkat etmeyen çok ayıda meslektaşım olduğunu üzülerek gördüm.

Bir de sahte hesaplar ya da kendilerini bilim insanı olarak tanıtıp halkı yanıltan hesaplar var. Sanırım bu da işin hukuki boyutuna giriyor. O konuda hukukçular daha doğru bilgi vereceklerdir. Ancak halkımızın da bu tür hesapları tanımak ve tespit etmek konusunda daha uyanık olması gerekir.

 

  • Bilim iletişiminin pandemi gibi küresel sağlık krizlerindeki önemini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Pandemi bize çok şey öğretti. Hem grip hastalığı hem de bu tür bir küresel hastalığın sosyal etkileri ile ilgili paha biçilemez dersler aldık. Daha önce hiç deneyimlemediğimiz bir hayatı ve mesleki pratikleri yaşadık. Ve bir kez daha gördük ki iletişim neredeyse tedavinin kendisi kadar hayati bir şey.

Size ilginç bir bilgi vereyim. Dünyada en çok hayat kurtarmış buluş nedir biliyor musunuz? Sabundur. Çünkü bir hastalıktan korunmak hastalığı tedavi etmekten çok daha zahmetsiz ve ucuzdur.

Örneğin tıpta bir etik ilke vardır: "Prima non nocere" yani “önce zarar verme”. Bu ilke, bir doktorun veya sağlık çalışanının herhangi bir tedavinin, işlemin veya kararının hastanın sağlığına zarar vermemesi gerektiğini vurgular. Başka bir deyişle, bir hekim hasta sağlığını iyileştirmek için çalışırken, aynı zamanda onlara zarar vermemeye de özen göstermelidir. Benzer şekilde, hastalığa hiç yakalanmamak hastalığı tedavi etmekten çok daha evladır. İşte pandemi de bize bu çok güzel bir şekilde, tabiri yerindeyse burnumuzu sürte sürte öğretti. Ve bilim iletişimi sayesinde ellerimizi nasıl yıkayacağımızı, grip olduğumuzda antibiyotiklerin neden işe yaramayacağını, sadece kendimizi değil toplumu da korumamız gerektiğini öğrendik. Küresel sağlık krizinde tıbbi imkânların ve aşının yanı sıra bilim iletişimin etkisi de yadsınamaz.

  • Bilimi gençlere ve çocuklara nasıl sevdirebiliriz? Onları bilim icra etmeye nasıl yönlendirebiliriz?

Bu o kadar önemli bir nokta ki. Mutlu olmak için herkes sevdiği işi yapmalı. Biz çocuklarımıza bilimi sevdiremezsek onları bilim ve inovasyona yönlendiremeyiz. Bilimi bugüne getiren iki duygu vardır: şüphe ve merak. Çocuklarımızı şüphe etmeye ve merak etmeye yönlendirmek zorundayız. “Su 100 derecede kaynıyor ama neden?”, “Acaba dağa çıksak da yine 100 derecede kaynar mı?” gibi soruları sorduracak şekilde eğitmeliyiz. Bunun da yolu sanırım çocuklukta çocuğa bu duyguları vererek başlıyor.

Ben bir hekim ve bir üniversite hocasıyım. Dolayısıyla çocuklara bilimin nasıl sevdirileceğini pedagoglara bırakmak isterim. Ancak naçizane düşüncem biz bilim insanlarının da örnek teşkil etmesi yönündedir. Biz işimizi severek ve sevdirerek yapalım ki gelecek nesiller de yaptığımız işe ilgi duysunlar.

 

AdminAdmin

Admin