"Muhsin Beyin" Ceketi
Doksanlı yılların başlarıydı. Lise öğrencisi olarak ülkede yaşanan olaylara dair büyüklerimizden, öğretmenlerimizden duyduğumuz fikirlerin kimine katılıyor kimineyse şiddetle karşı çıkıyor, kendimizce ideolojik bir tutum sergilemeye çalışıyorduk. Yakın siyasî tarihin etkili isimleri siyasî yasakların kalkması ile birlikte siyasete dönmüşler, ülkenin tek ve resmi kanalı ve gazeteler aracılığıyla halka ulaşıyorlardı. Bütün bu siyasi gelişmeler arasında sıcak bir […]
Doksanlı yılların başlarıydı.
Lise öğrencisi olarak ülkede yaşanan olaylara dair büyüklerimizden, öğretmenlerimizden duyduğumuz fikirlerin kimine katılıyor kimineyse şiddetle karşı çıkıyor, kendimizce ideolojik bir tutum sergilemeye çalışıyorduk. Yakın siyasî tarihin etkili isimleri siyasî yasakların kalkması ile birlikte siyasete dönmüşler, ülkenin tek ve resmi kanalı ve gazeteler aracılığıyla halka ulaşıyorlardı. Bütün bu siyasi gelişmeler arasında sıcak bir temmuz günü, Göksun’un serin bir dut bahçesinde babamın da içinde olduğu birkaç insan toplanmış, ilçeye gelen bir misafiri ağırlıyorlardı. Ağırlamak dedimse çaydanlıklarla taşınan birkaç bardak çay, yaylanın soğuk suyu, ağaçlardaki yazlık elmalar, dutlar ve meşhur çilekler vs. Bizler büyüklerin sözlerine karışmadan geride duruyor ve gelen misafirin kim olduğunu anlamaya çalışıyorduk. Siyasetle bizden daha ilgili bir arkadaşın bize tanıtması ile anladık gelenin kim olduğunu ve ilgimiz arttı. Her ne kadar biz oradan duyacağımız siyasî haberlerle okulda “caka satma” merağında olsak da konuşulanlar günlük hayattan, Göksun’da tarımdan, hayvancılıktan vesaire idi. Derken ikindi ezanı okundu, bahçe camiye uzaktı ve namazı hemen oracıkta akan bir dereden alınan abdestle kılma önerisi kabul gördü. Çoğu kırklı yaşlarında olan grup abdestlerini aldı,ufak yer sergisine sığılmayınca üzerlerindeki ince hırka, ince mont gibi karasal iklim insanlarının yanından ayırmadığı giysiler seccade olarak kullanılıp namaza duruldu. Misafir de üzerindeki ceketi çıkarıp namaza durma hazırlığı yapınca durumu fark eden ev sahiplerinden birisi mahcubiyetle seccade bulma telaşına girişse de mütebessim çehreli misafir onu engelledi ve çimenlerin üzerine serdiği ceketi ile namazını eda etti. Namaz sonrası sohbet açılıp, siyaseten daha ön planda olmaya çalışan birisi misafire siyasî bir soru yöneltti. Mütebessim çehresi ile etrafı süzdükten sonra “Namazımızı eda ettik, Allah kabul etsin ama müsade ederseniz şu güzel ortamda, şu pırıl pırıl gençlerin olduğu ortamda, namaz sonrası hiç bunlara girmeyelim. Ben akşam bir siyasî olarak karşınıza çıkacağım ama şimdi, damadınız ve misafiriniz olarak buradayım” dedi. O zaman siyasî konulara meraklı gençler olarak tadımız kaçsa da orta yaşlara geldiğimiz bu yıllarda “ibadethanelere” siyaset girmesinin acısını yaşarken onu daha iyi anladık.Göksun’un gündüz sıcağı tamamen sona erip akşam serinliği çöktüğü saatlerde ise ufak bir düğün salonu hıncahınç dolmuş, kürsüde konuşan genç ve heyecanlı siyasîyi dinliyorduk. Çıktığı yolu, sebeplerini anlatıyordu. Toplantı sona erdi. Her ne kadar dışarısı serin olsa da salonun kalabalığından sırtındaki gömlek ter olmuş, toplantı bitip dışarıya çıktığında sırtına yine sabahki ceketini giymişti.Yıllar sonra misafir olduğu bahçenin bir kaç km yukarısındaki dağlara bir helikopter düştü. Cennet bahçelerindesindir inşallah Muhsin Bey.Zulme karşı dik duruşunu da, gıybetten kaçmanı da, mütebessim çehreni de özledik.Mekanın cennet olsun.Not: Bir kısmı yaşanan bu olay, yazarın kurgusu ile kaleme alınmıştır. Muhsin Bey’in tebessümü ve mütevazı ceketi ise gerçektir!