Vijilantizm : Adaletin Yarası, Hukuksuzluğun Aynası
Türkiye’de hukuk sistemi çökerken, adalet duygusunun yerini bireysel infaz arayışları aldı. Toplum, susturulmuş vicdanının adını artık “ kahramanlık ” koyuyor.
Yazan : Muharrem Kızılkaya
Bir toplumda adalet ölürse, cesedi sokaklarda “ kahraman” maskesi takmış cellatlar taşır.
Ve biz, o cellatların gölgesinde yaşıyoruz.
Hukukun sustuğu, yargının emir aldığı, suçun “ menfaat ” kılığına büründüğü bir dönemdeyiz.
Artık adalet arayanın yolu mahkemeden değil, karanlık dehlizlerden geçiyor.
İşte bu halin adı : Vijilantizm — yani, adaletin devletin elinden alınarak “ bireysel infazın ” kutsallaştırılması.
Bir zamanlar kanun, devletin onuruydu.
Şimdi ise devletin zırhını delip geçen kurşunların bahanesi oldu.
“ Hak yerini bulsun ” diyemiyoruz; çünkü hak artık kimde belli değil.
Mahkemelerde değil, televizyonlarda hüküm veriliyor.
Hukukçular değil, mafya babaları adalet dağıtıyor.
Ve ne acıdır ki, bu düzeni kuranlar, bu düzenin şeref konukları oldular.
Türkiye’de vijilantizm yalnızca sokak ortasında silah sıkan birinin hikâyesi değildir.
Asıl vijilantizm, devleti yönetenlerin hukuku rafa kaldırıp kendi adaletlerini uygulamasıdır.
Kanunların yerine “ talimat ”, delillerin yerine “ rızalar ”, cezaların yerine “ lütuflar ” geçti.
Artık suçlular ceza almıyor ; güçlüler aklanıyor.
Zayıflar mı ? Onlara sadece “ sabır ” öğütleniyor.
Bugün mafya dizilerinde romantize edilen “ adalet savaşçıları ”, aslında bu çürümüş düzenin aynasıdır.
Çünkü sistem çöktüğünde, cellatlar kahramanlaşır; korkaklar yasa yazar.
Ve toplum da bu sahte kahramanlara alkış tutarken, kendi mezar taşını oyduğunun farkına bile varmaz.
Vijilantizm, adaletin intikamıdır ama vicdanın değil.
Gerçek adalet, bireyin elinde değil, devletin omurgasında yaşar.
Ne var ki, o omurga kırıldığında herkes kendi kanununu yazar.
Toplumun sessiz isyanı büyüyor. Halk da farkında her şeyin.
Mahkemeye güveni kalmayan insan, çözümü kendi yönteminde arıyor.
Komşusunu hırsız sanan bir vatandaş, savcılığa değil sosyal medyaya koşuyor.
İftirayı da, infazı da orada yapıyor. “ Adalet ” artık linçle ölçülüyor.
Bir tweet, bir video, bir manipülasyon… Herkes kendi mahkemesini kuruyor artık.
Oysa öfke, adaletin değil, yozlaşmanın başlangıcıdır.
Bugün çocuklar, “ haklı çıkmak ” için değil, “ güçlü görünmek ” için mücadele ediyor.
Zayıfın değil, kurnazın kazandığı bir düzende, adalet değil “ hile ” meşrulaşıyor.
Toplum da buna sessizce alışıyor ; çünkü sessizlik artık bir savunma mekanizması.
Bir dönemin “ polis dizileri ” yerini “ mafya dizilerine ” bıraktı.
Artık silah tutan adamlar değil, yasa çiğneyen adamlar alkışlanıyor.
Senaryo değişti: suçlu, kahraman oldu.
Çünkü devletin zayıfladığı yerde insanlar gücün peşine düşer.
Ve o güç, kimi zaman bir mafya liderinde, kimi zaman bir siyasetçinin “ gizli adalet ” söyleminde vücut bulur.
İşte vijilantizmin en tehlikeli yanı budur :
Devletin hatasını halkın öfkesine havale eder, sonra da o öfkeyi “ millî irade ” diye kutsar.
Adaletin mezarı nerede ?
Biz işte tam oradayız.
Yasalar hâlâ yürürlükte ama hukuk çoktan gömüldü.
Ve o mezarın taşında şu yazıyor :
“ Burada, susturulmuş bir milletin vicdanı yatıyor. “