Bir Fırtına Tuttu Bizi

09 Kas 2025 - 12:42 YAYINLANMA

Bir fırtınanın Selanik’i bizden almasının üzerinden yüz on üç yıl geçti. Selanik, 1430’da II. Murad döneminde Osmanlı hâkimiyetine girdi; beş asır boyunca imparatorluğun canlı şehirlerinden biri oldu. İzmir, Konya, Diyarbakır bugün bizim için ne ifade ediyorsa Mekke, Selanik, Halep ve daha nice diyar da Osmanlı döneminde insanların gözünde memleketin şehirlerindendi.

Falih Rıfkı, Zeytindağı’nın girişinde bunu çok güzel anlatır:

“Bizden Belgrad’ı aldıkları zaman, düşman murahhasları Niş kasabasında istemişlerdi. Osmanlı delegesi ayağa kalkarak ‘Ne hacet, İstanbul’u da size verelim’ demişti. Babalarımız için Niş, İstanbul’a kadar yakındı. Biz, eğer Vardar’ı, Trablus’u, Girit’i ve Medine’yi bırakırsak, Türk milleti yaşayamaz zannediyorduk. Çocuklarımızın Avrupa’sı Marmara ve Meriç’te bitiyor.”

Bu satırlar, bir imparatorluğun nasıl geri çekildiğini ve tarihin elim vaka silsilesi içinde “asla” denilenlerin nasıl acı sonuçlara dönüştüğünü hatırlatır. Bugün o satırların yankısı Doğu Anadolu’dan fakat aynı endişeyle yeniden duyuluyor.

Bu sefer fırtına doğudan esiyor. Dün Balkan milliyetçiliği Osmanlı’yı parçaladı; bugün etnik federalizm Türkiye’yi parçalamak için sahneye sürülüyor. Bir zamanlar “özerklik” diyenler, şimdi “federasyon” hayalleriyle eli yükseltti. Dün fısıltıyla söylenen sözler, bugün açık kürsülerde, televizyonlarda ve dış kaynaklı raporlarda yüksek sesle yankılanıyor.

“Demokratik özerklik”, “yerinden yönetim”, “çift dil”, “kültürel haklar” gibi kavramlarla bezenen bu dil, ülkenin sinir uçlarını test eden bir planın parçası gibi görünüyor. Hedef açıktır: Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapısını gevşetmek, ortak kimliği zayıflatmak.

Son dönemde Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılmasını isteyen açıklamalar bu planın parçası olarak okunabilir. Bu, salt bir hukuk tartışması değil; toplumu alıştırma girişimidir: Önce tartışılır, sonra normalleşir, son aşamada dayatılır.

Bazı aktörler Anayasa’nın 66. ve 42. maddelerine yöneliyor. 66. madde Türk vatandaşlığını tanımlar; 42. madde ise eğitim ve öğretimin Türkçe yapılmasını güvence altına alır. Bu maddelere yönelenler, iki milletli, iki dilli bir yapıyı normalleştirmeye çalışıyor. Doğuda 22 ili kapsayacak bir özerklik hayali, bölünmenin fragmanıdır.

Bu tehlike yeni değildir fakat bugünlerde fazlasıyla cesaret bulmuştur. Yıllar önce Alparslan Türkeş, katıldığı bir programda bu ihtimali sert sözlerle reddetmişti. Sözü, bağlamını koruyarak aktarıyorum:

“Amerika’da Dakota eyaletinde yedi milyon Almanca konuşan insan var ama hiçbiri kalkıp ‘biz burada özerklik, federasyon istiyoruz’ diyemez; ‘bağımsız bir Alman devleti kuracağız’, ‘resmi dilimiz Almanca olacak’ diyemez. Türkiye’de ‘Kürtçe resmi eğitim dili olsun’, ‘Kürtçe televizyon dili olsun’, ‘bu bölgeye federasyon verilsin’, ‘Kürt kimliği resmen tanınsın’ diyemezsiniz. Bunu dediğiniz anda Türkiye’yi parçalamaya karar vermiş olursunuz. Biz buna izin vermeyiz; buna kararlıyız. Bunu iyi anlayın. Gerekirse vatanımızın bütünlüğü için kan dökeriz, canımızı da veririz.”

Bir zamanlar “olmaz” dediğimiz ne varsa birer birer oldu. Dünyada hangi ülkede terörü destekleyenler, övenler mecliste yer alır? Akıl alacak iş değil. Terör örgütü uzantılarının temsil iddiası, dağdakilerin siyasi örgütlenmesi, bugün de “anayasa değişsin” talepleriyle karşımıza çıkıyor. Hatta son dönemde, ihtimal dahi vermediğimiz bazı kişilerden de fikir ve ülküye tezat düşen açıklamalar geliyor. “Hikmetinden sual olunmaz” denilerek desteklenen bu çıkışlar; ileride “Bir elin nesi var, iki milletin sesi var”, “Bölünerek çoğalacağız” gibi sözlerle tamamlanırsa şaşırmayız.

Bu sözlerde hikmet aramayın. Devlet aklına sığınılarak meşrulaştırılan her zafiyet, sonunda bir toprak kaybına, bir kimlik kırılmasına dönüşür. Doğu’da bir fırtına yeniden esiyor — dikkat. Selanik’in kaybı bir tarih sayfası değildir; bir uyarıdır. O gün “buralar bizden gitmez” diyenler, ertesi sabah kayıplar listesini gördüler.

Tarih tekerrür etmez; ders alınmazsa kendini tekrar eder. Abdullah Öcalan’ın muhatap alınması ya da Kürtlerin sözcüsü haline getirilmesi en büyük hatadır. Her şeyden önce, bu tür adımlar Türk ile Kürt arasındaki kardeşlik hukukunu zedeleyebilir. Çünkü bir ülkeyi birleştiren ortak dil, ortak kimlik ve ortak gelecektir. Bunları zedeleyen her adım, sonunda herkese kaybettirir.

 

 

YORUMLAR

Maksimum karakter sayısına ulaştınız.

Kalan karakter: