GAZZELİ ÇOCUKLAR MI, KİŞİSEL İKBAL Mİ!
Gazze meselesi, vicdanı olan herkesin yüreğinde aynı sızıyı bırakıyor. Orada çocuklar açlıktan ölürken, anneler evlatlarının cansız bedenlerini kucaklarken sessiz kalmak mümkün mü? Biz de tıpkı Doğu Türkistan’daki mazlumlar için olduğu gibi, bu acıyı yüreğimizde hissediyoruz.
Bu zulme dikkat çekmek amacıyla dünyanın dört bir yanından farklı din, kültür ve inançlara sahip vicdanlı insanlar “Özgürlük Filosu” ile Gazze’ye ulaşmaya çalıştı. Ama tabii haydut devlet İsrail, bu insanları alıkoyarak insani girişime izin vermedi. Gemiler durduruldu, yolcular sorgulandı, kimileri günlerce alıkonuldu.
Türkiye’nin girişimleriyle bu insanlar serbest bırakıldı ve ülkelerine döndüler. Çoğu, başaramadıkları bir misyonun hüznünü taşıyordu. Fakat iki kişi vardı ki, dönüşlerinde ağızları kulaklarındaydı. Ekran ekran gezip “Gazze kahramanlığı” anlatıyor, iki günlük alıkonulmayı sanki yıllarca Guantanamo’da esaret yaşamış gibi sunuyorlardı. Mikrofonlar uzatıldıkça heyecanları artıyor, yaşadıkları olaydan bir “kahramanlık hikâyesi” devşirmeye çalışıyorlardı.
Oysa asıl amaç Gazze’ye ulaşmak, oradaki mazlumlara ses olmak değil miydi? Peki bu gösteri kimin işine yaradı? Gazze’nin mi, yoksa kendi kişisel ikballerinin mi?
Bu tablo, aslında uzun süredir tanık olduğumuz bir zihniyetin yansımasıdır.
Bir davayı, bir inancı ya da bir mazlum halkın acısını araç haline getirip kendini amaç yapmak… Bu, siyasal İslamcılığın en tanıdık suretlerinden biridir. Gazze’yi dillerinden düşürmezler ama gözleri kendi vitrinlerindedir.
Sanırsınız Filistinli çocukları kurtardılar, sanırsınız savaşı bitirdiler! Oysa ortada ne bir başarı ne de bir kazanım vardır. Sadece acıdan, dramdan ve duygudan beslenen bir gösteri...
Benim kanaatim o ki, bu iki arkadaş o iki günlük anılarını kitap haline getirir, “Gazze Günlüğü” gibi bir başlıkla satarlar da, buna hazır bir kitle bulmakta hiç zorlanmazlar. Çünkü bu ülkede “vicdan pazarı” ne yazık ki her zaman açık.