ÖZÜMÜZDEN KOPTUKÇA KAYBETTİK
1300 yıl önce, Ötüken’in sert rüzgârları altında taşa kazınmış bir cümle vardı.
Bugün bile o taşlardan bize seslenen bir uyarı:
“Türk budunu, töreni bıraktığın için mahvoldun.”
Orhun Kitabeleri, yalnızca bir milletin tarihini değil, kaderini de anlatıyordu.
Atalarımız bizim için geleceği görmüş, milletlerin yükseliş ve çöküş yasasını açıkça yazmıştı:
Türkler özüne bağlı kaldığında yükselir, özünden uzaklaştığında ise yıkılır.
Bugün yaşadıklarımızı anlamak için başka hiçbir yere bakmaya gerek yok.
Cevap, 13 asır önce taşlara kazınmıştı.
Amerika Birleşik Devletleri bir millet değildir; bir sistemdir.
Bugün dünyanın en güçlü devleti olarak görülen Amerika Birleşik Devletleri, bu gücü kadim bir kültürden veya ortak etnik kimlikten almaz. Çünkü Amerika Birleşik Devletleri, farklı göçmen toplulukların bir araya geldiği yapay bir toplumdur; ne ortak bir kökü ne de binlerce yıllık bir kültürel hafızası vardır.
ABD’yi güçlü kılan şey halkı değil, kurduğu mekanizma, kurumlar, bilim ve teknoloji yatırımları, hukuk düzeni ve devlet sürekliliğidir.
Oysa biz Türk milleti…
Binlerce yıllık töreye, ortak dile, ortak hafızaya, birçok milletin sahip olamadığı şanlı bir tarihe daha da önemlisi ortak bir ruha sahibiz.
Tarihin sayfalarında defalarca süper güç olduk, kıtaların kaderini değiştirdik, imparatorluklar kurduk, devlet yönetmenin kitabını yazdık.
Ama bir soru hâlâ önümüzde duruyor:
Ne oldu da bugün bu kadar geriye düştük?
İki millet… Japonlar ve Türkler
İkisi de Ural-Altay köklerinden beslenen, disiplin ve töre kültürüyle yoğrulmuş halklar.
Japonlar II. Dünya Savaşı’nda yerle bir oldular.Ama bir şeyi asla bırakmadılar: geleneklerini, çalışma ahlâklarını, birbirlerine olan saygıyı, milli disiplinlerini, kendi kültürlerine olan bağlılıklarını.
Kültürlerini modernleştirdiler ama terk etmediler.Teknolojiyi aldılar ama ruhlarını kaybetmediler.
Ve bugün dünyanın en güçlü ekonomilerinden biri oldular.
Biz ise…
Kendi töremizden, örfümüzden, kimliğimizden uzaklaştıkça çöküşümüz hızlandı.
Dünyaya yön veren bir milletten, “kararsız bir toplum” hâline geldiğimiz an tam da özümüzden koptuğumuz andı.
Töre Zayıflayınca Devlet Çöker
Türk devletlerinin temel direği adaletti, liyakatti, çalışkanlıktı.
Kağan bile töreye aykırı davranamazdı.
Devlet adaletle yükselir, adaletsizlikle çökerdi.
Ne zamanki:
adalet bozuldu,
liyakat yerini kayırmaya bıraktı,
makamlar ehil olmayanlara verildi…
işte o zaman çöküş kaçınılmaz oldu.
Bugün yaşadıklarımız, dün yazılan tarihin tam anlamıyla tekrarıdır.
İç Kavga, En Büyük Düşmanımızdı.
Tarihte Türkleri yıkan hiçbir büyük düşman yoktur.
Göktürkleri Çin esir etmedi; onları birbirine düşüren iç çekişmeler ve kendi aralarındaki rekabet esir etti.
Selçukluları asıl yıkan Moğollar değil, şehzadelerin birbirleri ile olan kavgasıydı.
Osmanlı’yı yıkan Avrupa değil, sarayla bürokrasi arasındaki iktidar savaşıydı.
Bir millet kendi içinde bölündüğünde, en büyük imparatorluğu bile ayakta tutacak güç kalmaz.
Başka Kültürlere Özenmek Kimliği Aşındırdı.
Türklerin binlerce yıllık bir kültürü vardı.
Kervansaray, vakıf, aş evi gibi sosyal kurumlar dünyaya bizden yayıldı.
Kadın-erkek eşitliği Orhun Yazıtlarından beri töremizin parçasıydı.
Ama biz ne yaptık?
Bir dönem Çin’i,
bir dönem Arap kültürünü,
bir dönem Batı yaşam tarzını kendimize model aldık.
Başka Kültürlere özendirildik, onlar gibi yaşantıyı örnek aldık. Bir anda kendimizi, herşeyi tüketen bir toplum olarak bulduk...
Lütfen abarttığımı düşünmeyin.Şöyle bir etrafınıza bakın. Kullanmadığınız ne kadar giyim eşyası satın almışsınız? Yada dolabınızı işgal eden ne kadar fazla ayakkabınız var? Çocuklarımız bile çok isteyip bize aldırdığı oyuncaktan ne kadar çabuk sıkılıyor...
Kendi öz kimliğimizi geri plana ittikçe, kendi gücümüzü de kaybettik.
Bilimden ve Üretimden Uzaklaşınca Zayıfladık.
Demiri işlemek bizim işimizdi.
Dünyanın en disiplinli ordularını biz kurduk.
Atı ehlileştiren, savaş sanatını geliştiren bizdik.
Ama bir noktada:
üretimi bıraktık,
bilimi geri plana attık,
aklı değil ezberi,
sorgulamayı değil itaati önceledik.
Gücümüzü kaybetmemizin en acı sebebi budur.
COĞRAFYA GENİŞLEDİ; BİRLİK DAĞILDI.
Türkler tarihin en geniş coğrafyasına yayılmış bir millettir.
Balkanlardan Çin içlerine kadar uzanan bir alan…Bu kadar geniş bir coğrafyada birlik sağlamak zordu. Ama bunu başardığımız dönemlerde dünyanın süper gücü olduk.
Başaramadığımız dönemlerde ise hızla geriledik.
Peki bugün bize ne oluyor?
Bugün yaşadığımız her şey, tarihte yazılmış derslerin yeniden sahnelenmesidir:
Adalet zayıflıyor. Liyakat kayboluyor.Kurumlar çürüyor.Birlik eriyor.Gençlik umutsuzlaşıyor. Kimlik aşınıyor.
Çalışkanlık yerine şikâyet, akıl yerine öfke, kültür yerine gösteriş geliyor.
Ve sonra birbirimize soruyoruz:
“Ne oldu bize?”
Cevap yine taşlarda duruyor:
“Türk budunu, titre ve özüne dön!”
Çözüm çok büyük projelerde değil; özümüze dönmekte...
Türk milleti yeniden yükselebilir.Bunun için mucizeye ihtiyacımız yok.
Sadece:
adaleti geri getirirsek, liyakati merkeze alırsak,
bilime ve üretime tutunursak, kendi kültürümüze güvenip taklitten vazgeçersek,
birbirimizle kavga etmeyi bırakırsak…
Bu milletin yine dünyayı şaşırtacak gücü bulması hiçte zor değil...
Çünkü Türk milleti:
Defalarca yoktan devlet kurmuş, esaretten imparatorluk çıkarmış, küllerinden doğmayı birçok kez başarmış bir millettir.
Damardaki kan aynı, hiçbir yere gitmedi, bugün de içimizde akıyor.
Tek yapmamız gereken üzerindeki tozu silmek ve toplum olarak kendimize güvenmek.
Sözün özü…
Biz ne zaman kendi medeniyetimizin ışığını kaybettiysek , dünyanın karanlığı bizi sardı.
Ama o ışık hâlâ içimizde.
Tek yapmamız gereken:
yeniden hatırlamak, yeniden inanmak, yeniden özümüze dönmek.
Çünkü bu toprakların mayasında
güç de var, bilgelik de var, adalet de var.
Ve biz özümüze döndüğümüz gün, hiç kuşkunuz olmasın ki;
dünya yeniden bizimle hesap yapmak zorunda kalacak...