TALİM VE TERBİYENİN KAYBOLAN RUHU

09 Ara 2025 - 19:57 YAYINLANMA

Geçmişin Talebeliğinden Bugünün Çocuklarına Uzanamayan Ellerimiz...

 

Geçtiğimiz günlerde, ilk olarak öğrencilerinin 61 yaşındaki öğretmene yaptıkları saygısız davranışları, ve ben konuyla ilgili bu yazıyı henüz hazırlarken hemen ardından, Cumhuriyet tarihinin en prestijli liselerinden biri olarak kabul edilen İstanbul Erkek Lisesi öğrencilerinin birbirlerini 3 gün boyunca darp ettiği iddialarının ileri sürülmesi...

 

Öğrencilerimizin bu hâli, olayların düşündüğümüzden çok daha vahim bir durumda olduğunun açıkça ispatıdır...

 

Z kuşağını çoğu zaman eleştiriyoruz. Sabırsız olduklarını söylüyoruz, saygısızlıklarından yakınıyoruz, öğretmenlerine karşı hoyrat davranmalarını, birbirlerine akran zorbalığı uygulamalarını, sorumluluk almamalarını konuşuyoruz.

Ama unuttuğumuz bir şey var: 

Bu çocukları biz yetiştiriyoruz.Onların gördüğü dünya, bizim onlara sunduğumuz dünyanın bir yansıması.

Ektiklerimizden biçiyoruz aslında.

Bugünün çocuklarını eleştirirken, geçmişin talebelik anlayışını ve velilerin o dönemde üstlendiği sorumlulukları hatırlamak belki de bize ayna tutan en güçlü araçtır.

 

Bir Zamanlar Talebe Olmak Başkaydı…

 

Bir dönem vardı ki okullar sadece eğitim yuvası değil, adeta büyük bir aile idi.

İnsanlar sokağa çıktığında öğrenciyi kıyafetinden tanır, ona yol gösterir, gerektiğinde karşıdan karşıya geçirirdi.

 

Talebe olmanın bir vakar, bir sorumluluk, bir masumiyet tarafı vardı.

Öğretmenlerin velilerle yaptığı toplantılar, yalnızca ders konuşmak için yapılmazdı. Öğretmenler, sınıftaki eşitliği ve dayanışmayı korumak için velilerden destek isterdi.

Çocukların beslenme çantalarına konulacak yiyecekler bile ortak kararla belirlenirdi:

“Elma ve mandalina getirin… Başka meyve koymayın.

Herkes alamıyor, kimsenin canı çekmesin.”

Belki bugün kulağa küçük bir ayrıntı gibi geliyor ama aslında çocuklar arasında eşitliği, nezaketi ve merhameti öğreten ilk adımlardı bunlar.

Kimse arkadaşının çantasına bakıp eksiklik hissetmezdi. Çünkü okul kapısından içeri giren her çocuk, aynı masaya oturur, aynı değeri görürdü.

 

Velilerin Birlikteliği: Dayanışmanın Altın Çağı;

 

O dönem yalnızca çocuklar değil, veliler de güçlü bir topluluk oluştururdu.

Çocuklarının sınıf arkadaşlıkları, velilere uzun yıllar süren dostluklar kazandırırdı.

Yerli Malı Haftası, okulun bir şenlik alanına dönmesi demekti.

Uçurtma şenlikleri, piknikler, okul gezileri, hem çocukların hem velilerin birlikte hatıra biriktirdiği günlerdi.

Aileler öğretmenlerle omuz omuza durur, eğitimin sadece okulda değil, evde de devam ettiğini bilirdi.

Bugün ise veliler yalnızlaştıkça çocuklar da yalnızlaşıyor. Topluluk kayboldukça, destek ağı da zayıflıyor.

 

Disiplinin Temeli: Öğretmen–Veli İttifakı

 

Geçmişte bir çocuk eve gelip “Öğretmen bana kızdı.” dediğinde, cevabı herkes bilirdi:

“Sen ne yaptın ki öğretmenin sana kızdı?”

Bu cümle, öğretmenin otoritesini körü körüne desteklemek için değil; çocuğun kendi davranışını sorgulamasını sağlamak içindi.

Öğretmen, velinin gözünde tartışılmaz bir saygı figürüydü.

Bugün ise en küçük uyarıda bile veli öğretmeni sorguluyor, eleştiriyor, hatta şikâyet ediyor. Bu da öğretmenin elini kolunu bağlıyor ve sınıf düzeni zedeleniyor.

Sonuçlarını hep birlikte görüyoruz:

– Öğretmene saygısızlık,

– Akran zorbalığı,

– Disiplin boşluğu,

– Empati yoksunluğu,

– Sorumluluk almaktan kaçınan bir gençlik…

 

Sosyal medyada izlediğimiz öğretmene yapılan saygısızlık, yada akran zorbalığı sadece bir haber değil, çok büyük bir uyarıdır. Toplum olarak geldiğimiz noktanın aynasıdır.

 

Rekabetin Kıskacındaki Çocuklar

 

Lise ve üniversite sınavları, kurslar, etütler, özel dersler…

Çocuklar zaten ağır bir rekabet ortamında büyüyor.

Biz veliler ise farkında olmadan bu yarışın ateşine benzin döküyoruz:

Karşılaştırmalar, kıyaslamalar, yüksek beklentiler…

Çocuklar birbirini rakip olarak görmeye başlıyor.

Rekabet hırsa, hırs kıskançlığa, kıskançlık akran zorbalığına dönüşüyor.

Sonra dönüp soruyoruz:

“Bu çocuklara ne oldu?”

Olan şu:

Biz oldurduk.

Biz, çocuklara koşmayı öğrettik ama durmayı, nefes almayı, merhamet etmeyi öğretemedik.

 

Örf, Adet, Saygı ve Merhamet…

 

Biz aktarmazsak Çocuk Nereden Öğrensin?

Bugün sık sık söylüyoruz:

 “Saygı yok.”– “Merhamet yok.”– “Değerler yok.”

Peki biz ne kadar örnek oluyoruz?

Eskiden büyüklere saygı, küçüklere sevgi doğal bir davranış biçimiydi.

Mahalle kültürü, komşuluk, dayanışma canlıydı.

Bir çocuk düştüğünde üç kişi koşar tutardı.

Bugün çocuklar değerlerin sıcaklığıyla değil, ekranların soğuk ışığıyla büyüyor.

Sevgi, saygı, empati; ancak yaşayan birinin yanında filizlenir.

 

Formaya Dönüş: Eşitlik ve Kimliğin Hatırlanışı

 

Milli Eğitim’in forma düzenine geri dönüş kararı, geçmişe yapılan küçük ama değerli bir yolculuktur.Ve gerçekten çok isabetli bir karardır.

Forma;

– eşitlik sağlar,

– gereksiz rekabeti azaltır,

– öğrencinin “ben talebeyim” aidiyetini güçlendirir,

– okul kültürünü yeniden inşa eder.

Bazen bir toplumun yeniden ayağa kalkması, işte böyle küçük adımlarla başlar.

Bugün çocukları eleştirmek kolaydır.

Oysa zor olan, yetişkinlerin kendine bakması ve gereken öz eleştiriyi yapmasıdır.

Z kuşağına yöneltilen her suçlamanın altında, bizim eksik bıraktığımız bir sorumluluk vardır.

Saygıyı biz örnek olamayınca öğrenemezler.

Merhameti biz göstermeyince içselleştiremezler.

Disiplini biz desteklemeyince okula veya hayatlarının geneline yansıtamazlar.

Eğer çocuklarımızda bir eksiklik görüyorsak,

bu eksikliği önce kendi davranışlarımızda aramalıyız.

Son günlerde yaşanan olaylar, bir haber değil; toplum olarak bize verilen ciddi bir uyarıdır.

Bu tabloyu değiştirmek istiyorsak,

bunu yalnızca bir veli, bir okul, bir öğretmen yapamaz.

Hepimiz birlikte yapmalıyız.Toplum olarak, millet olarak…

Büyük bir mücadeleye de gerek yok aslında.

Çünkü bütün bu değerler, Türk milletinin mayasında zaten var.

Biz özümüze döndüğümüzde, kültürümüze sıkı sıkıya sarıldığımızda,

kaybolduğunu sandığımız bütün güzellikler kendiliğinden hayatımıza geri dönecektir.

 

Unutmayalım:

 

Çocuklar kötüleşmedi…

Bizim elimizden uzaklaştıkça yönsüz kaldılar.

Onlara yeniden yaklaşmak, yeniden örnek olmak, yeniden el vermek bizim görevimizdir.

Bir toplumun geleceği, çocukları sadece eleştiren yetişkinlerin değil; onları doğru şekilde yetiştiren ebeveynlerin ve toplumun eseridir.

Ve milletimizin geleceğini düzeltmek, bugün hâlâ mümkün:

Çocuğa değil, önce kendimize dönerek…

Hep beraber… Toplumca… Milletçe…

YORUMLAR

Maksimum karakter sayısına ulaştınız.

Kalan karakter: