ZAFER Mİ, HEZİMET Mİ?
İki gündür Türkiye’nin gündemi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Amerika ziyareti ve Trump ile yaptığı görüşme. Bu tarihi buluşmayı ülkenin bir kesimi “zafer” nidalarıyla karşılarken, bir diğer kesim ise tam bir “hezimet” olarak değerlendiriyor. Her iki tarafın da kendince haklı gerekçeleri var.
“Zafer” diyenler, özellikle Trump’ın Cumhurbaşkanı’nı sıcak karşılamasını ve sembolik olarak sandalyesini çekmesini büyük bir diplomatik başarı olarak görüyor. Trump’ın Suriye konusunda yaptığı, övgü mü yergi mi olduğu belirsiz “bin yıllık meseleyi bu adam halletti” sözleri, kimi zaman övüp kimi zaman eleştiren tavırları bu kesimde memnuniyetle karşılandı. Hatta “hileli seçimleri iyi bilir” gibi ima dolu cümleler de espri olarak değerlendirilip tebessümle geçiştirildi.
“Hezimet” diyenler ise daha ziyade ekonomik boyuta dikkat çekiyor. Henüz Amerika’ya hareket etmeden bir gece önce alınan kararnameyle Amerikan menşeli ürünlerdeki vergilerin kaldırılması, pazarlık gücünü zayıflatacak bir hamle olarak görülüyor. Ayrıca 100 milyar dolarlık anlaşmada “Ne aldık, ne sattık?” sorusu sıkça dile getiriliyor. Türkiye’nin çoğu zaman alıcı konumda olduğu hatırlatılarak, yeni bir cari açık riski endişesi öne çıkıyor. Boeing alımının zaten Türkiye’nin ihtiyacına dayandığı düşünüldüğünde, belki de görüşmenin en masum ve makul ticari sonucu bu anlaşma olarak değerlendirilebilir.
Bir diğer kritik başlık ise 45 yıllık doğalgaz anlaşması. Kimileri bunu “Rusya’ya bağımlılığı azaltacak adım” olarak yorumlarken, kimileri de “Amerika gibi uzak bir ülkeden neden alıyoruz?” sorusunu gündeme taşıyor. Türkiye’nin talep ettiği F-16 ve F-35 konularında ise kararın ABD Senatosu’na bağlı olması nedeniyle somut bir sonuç beklemek şimdilik gerçekçi görünmüyor.
Bana göre görüşmenin en dikkat çekici ve tartışmalı kısmı, ekonomik maddelerden ziyade Heybeliada Ruhban Okulu meselesidir. Cumhurbaşkanı’nın “Ülkeye döner dönmez gerekeni yapacağız” açıklaması, Rum Kilisesi’nin özerklik talebini gündeme taşıyor. Okulun kapanma gerekçesi de zaten bu özerklik meselesiydi. Milli Eğitim veya YÖK denetimi dışında kalabilecek, misyoner faaliyetlere açık bir yapının doğurabileceği riskler aşikâr. Nitekim kısa süre önce Fener Rum Patriği Bartholomeos’un Trump’ı arayarak bu konuda yardım istemesi ve ardından gelen gelişmeler, taleplerinin karşılık bulduğunu düşündürüyor.
Görüşmede dikkat çeken bir diğer detay ise Amerikan Dışişleri Bakanı’nın Cumhurbaşkanı’na “meşruiyet atfeden” ifadeleriydi. Bu söylem, en az Ruhban Okulu konusu kadar tehlikeli bulunuyor; zira “Lübnanlaşma” riski ve ulus devlet yapısını zayıflatabilecek bir yaklaşım olarak yorumlanıyor.
Son olarak, dindar ve muhafazakâr kesim açısından büyük hayal kırıklığı yaratan bir diğer husus da Gazze ve Filistin konusunun masada olmaması oldu.
Sonuç olarak, bu görüşme için “Bir sandalye çektirmenin bedeli yüz milyar dolar” diyen de çıkacaktır, “Erdoğan gerçek bir dünya lideri” diyen de… Bu tür diplomatik temasların mutlaka artıları ve eksileri vardır. Asıl önemli olan, bu “kurtlar sofrası”na davet edildiğinizde elinizin ne kadar güçlü olduğu ve pazarlığa ne kadar hazırlıklı gittiğinizdir.
Tüm bu tabloya bakarak karar sizin: Bu görüşme bir zafer mi, yoksa hezimet mi?