https://www.sivaskizilirmak.net/files/uploads/user/17d23e54aab31807fc9060d0d191161b-e44af8896769262b9c49.jpeg
Ali DAĞ

DİN ve LAİKLİK

04-03-2024 10:45

 Hiçbir semavi dinde laiklik yoktur. Semavi dinlerin hepsi Ahiret ile bu dünyada düzenleyici kuralları içermektedir. Bu kuralların bir kısmı kutsal kitaplardan çıkarılırken bir kısmı da Peygamberlerin yaptıklarından ve söylediklerinden oluşur. Peygamberlerin ölümlerinden sonra, din bilginlerinin, dini devlet başkanı olan yöneticilerin uygulama ve kararları da “din adına”, “Allah adına” fetvalar biçiminde, kamu yaşamını da, özel yaşamı da düzenleye gelmiştir.

     Papalık, bir teokratik devlet biçimidir. Şeriata dayalı devlet de teokratik devlettir. Her ikisi de iktidarlarında, Allah’ın iktidarı, ona karşı çıkanlar ise şeytani ve din dışı olarak görülür. Dinsize, kâfire verilen ceza ise işkence ve ölüm. Müslümanlıkta da dört halifeden üçünün öldürülmesi ve özellikle Hz. Ali ile Muaviye arasındaki çatışmadan sonra ortaya çıkan hizipleşmeler, dökülen kanlar, aslında bir siyasal ve iktidar çekişmesinin dine yansımasıdır.

     Bu gelişmeler içinde 10. Yüzyıldan itibaren Türklerin Müslümanlığı kabulü ile yeni bir dönem başlamıştır. Emevi ve Abbasilerin aksine Selçuklular’ da devlet başkanı, aynı zamanda halife yani dini lider değildir.

     Devlet başkanının aynı zamanda dini lider olmaması, din ve devlet işlerinin ayrımında, yani laiklik konusunda atılmış ilk adımdır. Türklerin İslam dinine getirdiği en önemli yenilik ve dönemine göre ilk çağdaş değişikliktir. Devlet geleneğini Selçuklulardan devralan Osmanlılar, şeri hukukun yanında birde örfi hukuk alanı yaratmışlardır. Bu örfi hukuk, şeri hukukun yanında çağın gereklerine uygun, yönetim ilkelerini içerir. Bugün anladığımız anlamda olmasa bile laik alanın temellerini oluşturur.

     Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Mustafa Kemal Atatürk, Müslüman bir toplumda laik düzene dayalı bir devlet kuruyordu. Avrupa'da gerçekleşen reformu, Atatürk ve arkadaşları Müslüman bir toplumda, geçmişin deneyimlerinden de yararlanarak daha net ve etkili bir biçimde yapmıştır.

     Tuğrul Bey ve Alparslan’la başlayan, Fatih Sultan Mehmet’le gelişin laikleşme süreci Atatürk'le noktalanıyor ve Türklerin İslama evrensel katkısı olarak, dünya tarihindeki yerini alıyor.

     Yirmi birinci yüzyılda bile hala “Müslümanlık laikliğe uygun değildir” “laiklik dinsizliktir” diyenler, sadece 1923'den bu yana Türkiye Cumhuriyeti’nin yaşadığı deneyimi görmezden gelen ya da laik ve demokratik Cumhuriyeti reddedenler, değil Anadolu'nun bin yıllık tarihini de reddedenlerdir.

     Bin yıllık bir gelişmeyi kim tersine çevirebilir? Ama yine de biliyoruz ki tarih boyunca, toplumları çok daha gerilere götürmeye çalışanlar hep olmuştur. Tarihimiz gerici özlemleri uğruna, halkı kin ve nefret içinde katliamlara yol açan olgularla doludur. Tarihi bilmeden geleceği göremeyiz. Ancak toplumun geleceğini değil, kendi bireysel çıkarları için halkı kandıran, siyasi ve dincilere karşı her zaman uyanık ve bilinçli olmak durumundayız…

Neler Söylendi?
sanalbasin.com üyesidir