Aşûre Gününde Meydana Gelen Diğer Tarihi Olaylar

05 Tem 2025 - 11:58 YAYINLANMA
Aşûre günü adı verilen 10 Muharrem gününde meydana geldiği rivayet edilen
diğer bazı önemli olayları da kısaca şöyle sıralamak mümkündür:
a. Rivayete göre, Hz. Nuh’un gemisi Tufandan kurtulup Cûdî dağına Aşûre
günü oturmuştur. Bilindiği üzere, Hz.Nuh, Allah’ın emri üzerine kendine inananları
yaptığı bir gemiye bindirmiş, tufan gerçekleşince, inanmayanlar suda boğularak helak olmuşlardı. 9
b. Hz. Ademin tövbesinin kabul edilmesi,
c.Hz. İbrahim’in Nemrut’un ateşinden kurtulması 
d.Hz. Yakub’un oğlu Yusuf’a kavuşması
e. Hz. Musa ve İsrail oğullarının Firavunun zulmünden kurtulmaları 10

Muharrem (Aşûre) günü gerçekleştiği rivayet edilen olaylar orasındadır.

İslam Tarihinde 10 Muharrem
Emeviler’in ikinci hükümdarı Yezid zamanında ve Hicri 61,Miladi 680 yılı
Muharrem ayının onuncu Cuma günü Hz. Hüseyin şahadeti ile sona eren tarihi olay
meydana gelmiştir. Ehlibeytin çok değerli bir ferdinin hayatına mal olan bu elim olay sebebi ile 10 Muharrem Şii Müslümanlarca yas günü sayılmış ve bu matem daha sonraları geniş çaplı hale gelmiş ve bir nevi resmi hüviyete bürünmüştür.
Öncelikle şunu ifade edelim ki, Yüce Allah, insanı ruh ve beden yapısıyla en güzel
bir şekilde yaratmış, 10
ona şan ve şeref vermiş 11 ona ruhundan üflemiş 12 ve
yeryüzündeki her şeyi onun hizmetine sunmuştur. 13 Bütün bu özellikleriyle insan,
yaratılanlar arasında en seçkin ve en değerli varlıktır. Yaratılış gayesine uygun olarak
yaşayan insan, sevgi dolu, merhametli, hoş geçimli, güvenilir, içinde yaşadığı
toplumla ve bütün insanlıkla barışık olandır. Bu vasıflar, kuşkusuz olgun müslümanın
da belirgin özelliklerindendir.
Hz. Peygamber’in, “Müslüman, elinden ve dilinden insanların emin olduğu
kimsedir. Mü’min ise, insanların canları ve malları konusunda kendisinden emin
olduğu kimsedir” 14 Müslümanlık ile güvenilirlik arasında bağ kurması oldukça anlamlıdır.

9 Hûd 11/ 25-43.
10 Tîn, 95/4.
11 İsra, 17/70.
12 Hicr, 15/29.
13 Mülk, 67/15.
14 Tirmizi, “İman”, 12; IV, 17. Nesâî, “İman”, 8, VIII, 104-105. 23
Mâide, 5/32.

Temeli barış, uzlaşma ve hoşgörüye dayanan, ismini de bu anlamlara gelen
“İslam” kelimesinden alan yüce dinimiz; birliği, sevgiyi ve kardeşliği emrederken,
haksızlığı, insan hayatına, kişi dokunulmazlığına ve insanın onur ve haysiyetine
zarar verecek her şeyi de kesin bir dille yasaklamıştır. İnsanların can, din, mal, nesil
ve akıl emniyetini temin etmek İslam’ın temel hedeflerindendir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, haksız yere cana kıymak haram kılınmış ve bir insanı öldürmek bütün
insanlığı öldürmeye, bir hayatı kurtarmak da bütün insanlığı kurtarmaya denk
tutulmuştur. 23
Hz. Peygamber (s.a.v.), savaş ortamında bile, müslümanlarla savaşmayan
gayrı müslim kadınların, çocukların, yaşlıların ve ibadetle meşgul din adamlarının
öldürülmesini hatta, ibadethanelerinin yıkılmasını, ağaçların kesilmesini ve
hayvanların öldürülmesini yasaklamıştır. Bütün insanlığa seslendiği veda haccı hutbesinde de, Hz. Adem’in çocukları olmaları itibarıyla, insanların kardeş olduklarını;
mallarının, canlarının ve kişilik haklarının dokunulmaz olduğunu ve her türlü haksız
saldırıdan korunduğunu bütün dünyaya ilan etmiştir.
Genel bir ilke olarak yer yüzündeki bütün canlılara merhametle yaklaşmayı
öngören İslam dini, “insanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez” 15
peygamberî buyruğuyla da bu ilkeyi âdeta perçinlemiştir. Bütün bunlardan da açıkça
anlaşılacağı üzere kime karşı işlenirse işlensin, insan hayatına yönelik haksız davranışların onaylanması söz konusu olamaz.
Muharrem ayı içerisinde Hz. Hüseyin gibi büyük bir şahsiyetin şehit edilmiş
olması, bütün Müslümanlar için büyük bir acı olmuş ve Müslümanları derinden
etkilemiştir.Hz. Peygamberin sevgili torunu olması ise bu acıyı daha da artırmaktadır. Tarihin belli bir kesitinde meydana gelen bu üzücü olayları iyi düşünmek
ve bunlardan ders çıkarmak gerekir. Müslümanlara düşen görev, bu tür olayların tekrarlanmasını önleyecek bir bilinç ve anlayışa sahip olmak; kardeşlik, birlik
ve beraberliğimizi korumaktır.

Ehl-i Beyt
Ehlibeyt, “ev halkı”, “ev sahibi ile eşi, çocukları ve torunları” demektir.Terim anlamı ile “Hz. Peygamber(a.s.)ın ailesi ve soyu” demektir. Şii kaynaklarda genellikle “ehli
beyt” karşılığında “el-İtre” kelimesi kullanılır.
Kuranda Hz. Peygamberin ev halkına yönelik özel açıklamalar içeren ayetler 
yer almaktadır. Allah Teala şöyle buyuruyor 
“Ey Peygamberin hanımları! Siz kadınlardan her hangi biri gibi değilsiniz. Eğer Allah’a karşı gelmekten sakınıyorsanız (erkeklerle konuşurken) sözü yumuşak bir eda ile söylemeyin ki, kalbinde hastalık (kötü niyet) olan kimse ümide kapılmasın. (Güzel ve)
doğru söz söyleyin. Evlerinizde oturun. Önceki Cahiliye dönemi kadınlarının açılıp
saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın. Namaz kılın, zekat verin, Allah’a ve Resulüne itaat edin.
15 Müslim, “Fedâil”, 2319; II,1809. Tirmizî, Birr, 16; IV, 323.
 Ey Peygamberin ev halkı (ehl-i beyti)! Allah sizden ancak günah kirini
gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” (Ahzab, 33/32-33)
Bir hadis-i şerifte de şöyle buyurulmaktadır.
“Câbir b. Abdullah diyor ki: “Resülullah (s.a.v.)i haccettiği yıl Arefe günü Kusvâ adlı devesi üzerinde insanlara hitap ederken gördüm. Onun şöyle dediğini işittim: Ey insanlar!
Aranızda iki şey bıraktım ki, onlara tutunduğunuz sürece asla sapkınlığa
düşmezsiniz: Allah’ın Kitabı ve benim ehl-i beytim” 16
Şu halde ehli beyt Kur’an’a ve Sünnete bağlı, bu iki kaynağı hayatına yansıtan,
onların canlı birer örneği olan seçkin insanları ifade ediyor. Kısaca ehli beyt sünneti ve bu bağlamda da Hz. Peygamberin yaşam biçimini temsil etmektedir, diyebiliriz.
Buradan hareketle şunu ifade etmek gerekir ki, Kuran’ın ve sünnetin getirdiği
esaslara sırt çevirerek, onları hayatımızın dışına çıkararak ehli beyti sevmek mümkün değildir. Zira seven kişi, sevdiğine benzemeye, onun gibi olmaya çalışır ve bunu sözleri ve davranışları ile ispat eder. Şüphesiz Hz. Peygamber (a.s.)’ ın aile
halkından, ehlibeytinden birinin hiç hak etmediği bir muameleye tabi tutulması, şehit edilmesi, bütün müslümanlar adına son derece üzüntü verici, acı bir olaydır. Sıradan
bir insanın canına kıyılmasını bütün insanları öldürmek gibi telakki eden bir din mensuplarının, böyle seçkin bir insana haksız yere kıyılmasını tabi ki telin eder.
Böyle üzücü olayların yeniden meydana gelmemesi için ne gerekiyorsa onu yapmayı temel görevleri arasında görür. Ancak şu noktayı asla gözden kaçırmamalıyız:
Hz.Hüseyin’e reva görülen bu muamele ne kadar haksız ve ne kadar üzücü olursa olsun,
Müslümanlar arasında ayrılık ve husumet sebebi olmamalıdır. Tarihin belli döneminde gerçekleşen bu üzücü olayı gene tarihin hakemliğine emanet etmek ve duygulardan çok aklı
hakim kılmak gerekir. Zira günümüzde Müslümanların her zamankinden daha fazla birlik ve beraberliğe ihtiyacı olduğu inkar edilemez. Kerbelâ olayının hatırasını yad etme gerekçesi ile yas günü olarak algılanan 10
Muharremde sergilenen etkinliklerde Bazı Şii müslümanlar, “kendi kendine işkence”denebilecek uygulamalar sergilemektedirler. Halbuki bu tür uygulamalar İslam’a aykırıdır. Yas
tutmanın da bir ölçüsü vardır ve bu ölçüyü Hz. Peygamber (s.a.v.) belirlemiştir. İslam’dan
önce Cahiliye Arapları, ölen kimse için aşırı derece yas tutar, ölünün yakınları avazı çıktığı kadar bağırır, eşi kendini eve hapseder,yıkanmazdı.
Hatta profesyonel ağlayıcılar da tutarlardı. Resülullah bu geleneği şu hadisi ile ortadan
kaldırmıştır: “Yüzüne vurarak, yakasını yırtarak, cahiliye adetlerini sürdüren bizden değildir.” 26
Muharrem ayı, tarih boyunca insanlık için dönüm noktaları sayılabilecek önemli olayların
yer aldığı bir aydır. İslam’dan önceki semavi dinlerce de değerli bir zaman dilimi olarak kabul
edilmiştir. İslam tarihi açısından da önem arz eden bu ayda Hz. Peygamber (s.a.v), özellikle
bu ayın “Aşûre günü” diye adlandırılan onuncu gününde oruç tutmayı tavsiye etmiştir.
16 Tirmizî, Menâkıb, 32; V, 662. 26
Buhari, Cenaiz, 36; II, 82

YORUMLAR

Maksimum karakter sayısına ulaştınız.

Kalan karakter: