KUZEY SURİYE ANTLAŞMASI ve TÜRKİYE
Dün gece ajanslara Suriye’nin birliği için SDG ile anlaşma yapıldığı haberleri düştü. İyimserlik havası yaratan yayınlar peş peşe sergilendi. Kuzey Suriye’deki güçlerin 8 maddelik bir uzlaşı ile merkezî hükümete dahil olacağı bildirildi. Türkiye açısından bir başarı olduğu, artık problem kalmadığına dair olumlu görüşler sıcağı sıcağına ifade edildi. Son birkaç gündür geçici hükümetçe Esat artığı güçlerin […]
Dün gece ajanslara Suriye’nin birliği için SDG ile anlaşma yapıldığı haberleri düştü. İyimserlik havası yaratan yayınlar peş peşe sergilendi. Kuzey Suriye’deki güçlerin 8 maddelik bir uzlaşı ile merkezî hükümete dahil olacağı bildirildi. Türkiye açısından bir başarı olduğu, artık problem kalmadığına dair olumlu görüşler sıcağı sıcağına ifade edildi.
Son birkaç gündür geçici hükümetçe Esat artığı güçlerin isyanı, diğerlerince Alevi katliamı olarak lanse edilen çatışmalı bir ortamda ne oldu da bu haberleri gölgede bırakacak, Suriye’nin üçte birini işgal eden SDG ( YPG/ PYD) ile anlaşmaya varılıp Suriye’de bütünlüğün sağlandığı dünyaya duyuruldu. Bu, devlet başkanı Ahmet El Şara’nın başarısı mıydı yoksa onu oraya getiren ve Suriye’nin kuzeyinde 100.000 kişilik terör ordusu kurdurup sözde DEAŞ’la mücadele eden, gerçekte güneyimizde bizim için bir tehdit oluşumunun hayata geçirilmesinin öncülüğünü yapan gücün, planlarının bir gereği miydi?
Bu güç tarafından tak diye emredildi, şak diye imzalandı. Planın bir aşaması daha hayata geçirildi. Neydi bu 8 maddelik antlaşma?
1.Madde her alanda katılımın liyakata dayalı olacağını, dîni ve etnik kimliğin gözetilmeyeceğini ifade ediyor. Olumlu bir madde ancak yılların birikimi etnik ve mezhebî düşmanlıkları nasıl ortadan kaldıracak? Göreceğiz.
2.Madde ise Kürt kimliği ve etnik haklarının anayasal güvence altına alınmasını içeriyor ki, temelde demokratik bir hakkın teslimi gibi gösterilip bu coğrafyadaki Irak, Suriye, İran ve Türkiye’den koparılacak topraklarla oluşturulacak ister BOP deyin, İster İsrail ve Amerikan Projesi deyin, ikinci ayağının göstergesidir. Birinci ayağı Kuzey Irak’ta gerçekleştirildi. ikinci ayağının Suriye’nin kuzeyinde oluşturulmasının belirtisidir. Bunun, 4. maddede garanti altına alındığını görmekteyiz. Bu bölgedeki tüm sivil ve askeri kurumların devlet yönetimine girmesini öngörüyor. Bunu örtülü federasyonun ayak izleri olarak görmemek için kör ve sağır olmak gerekir.
Etnisitenin tanındığı bir antlaşma yapılıyorsa büyük bir nüfusa sahip Kuzeybatı Suriye’deki Türkmenler için de yapılması gerekmez mi? Onlar sahipsiz mi?
5.Madde gerçekleştiği takdirde olumlu bir madde. Yerlerinden edilenlerin devletin kontrolünde memleketlerine dönmelerini içermekte ancak, 14-15 yıldır yerinden edilenlerin işgal edilen yerlerini hangi güçler hakkaniyetle sahiplerine teslim edecek? Düşündürüyor.
6.Madde ise Esat kalıntıları ile mücadeleyi kapsıyor. Yanlış yapmaya müsait bir madde. Esat güçleriyle mücadele edelim derken mezhep çatışmalarına sebebiyet verilebilir. Dikkatli olunmalıdır. Diğer maddeleri, tehlikeli 2, 4 ve 6. maddelerin yanında olumlu ancak uygulanabilirliği zor maddeler olarak görüyorum.
Sonuç olarak, bu antlaşma ile Kürtler, İsrail-ABD desteğiyle Suriye’nin kuzeyinde Federatif yapının temellerini atmış görünüyorlar. Buna müsaade etmemeliyiz. Projenin ilk iki ayağının bu şekilde gerçekleştirilmesi ülkemizde de barış havası adı altında etnik kimliklerin ki, en başta Kürt kimliğinin anayasaya aktarılıp ülkeyi bölünmeye götürecek olmasından endişe etmekteyiz.
Suriye’de bölünme olmasın dedik, kimliklerini bu antlaşma ile devlete kabul ettirip anayasaya işleyecekler. Silah bıraksınlar dedik, bırakmadıkları gibi devlete entegre olup ortağı oldular. Bu uygulamanın ikinci ve ücüncü aşaması dile getirmek dahi insanı dehşete düşürüyor, kabul edilemez.Bunu aşmak için hem ülkemizde hem de Suriye’de etnik temele dayalı siyasetten vazgeçilmesi ve üniter yapının korunması her iki ülkenin de yararınadır.
Dünyanın hiçbir yerinde çok resmî dilli, yasa ve uygulamaları ayrı ayrı etnik veya inanç temeline dayalı ülke yoktur. Bunu istemek de açık ve net ayrı coğrafya, ayrı ulus istemektir ki buna da kimse müsaade etmez.
Dolayısıyla demokratik siyaset ve hukuki zemin arama adı altında ayrı dil, ayrı kimlik, veya ayrı inanç anlayışlı bir zemin aramanın adı bölünmedir. Müsade edilmemelidir.
Tek kurtuluş yolumuz “Ne mutlu Türk’üm diyene!” şemsiyesi altında toplanmaktır.