SÜREKLİ VAR OLAN HAKİM ZÜMRELER
Türkiye’de Osmanlı’dan beri gelen hakim zümreler, her koşulda toplumu istedikleri gibi yönlendirmeyi, kendi çıkarlarını korumak için toplumun en hassas noktalarını keşfedip kullanmasını hep bildiler. Bunun içinde en çok başvurdukları yol inançlı insanların duygularını her zaman istismar etmeleridir.
Toplumun ekonomik, siyasal, sosyal, eğitim, sağlık, kültürel ve inançsal anlamda gelişmesini her zaman kendi çıkarları uğruna engellemişlerdir. Tarım ve Feodal bir toplum olan Anadolu insanını bu tüccar, ağa ve eşraf takımı, her zaman bu fakir ve ezilen köylüden yana gibi gözükmeyi adetleri, töreleri, gelenekleri ve dini inançları kullanmayı hep becerdiler. Hala da yapıyorlar.
Halkı Bilim, ilim, teknoloji, temel hak ve özgürlüklerden uzak tutarak, zamanın gereklerine uymaması için, halkın yoksulluğunun sebebini bu gelişmişliğe ve Laikliğe bağlıyorlar. Yani burada sömüren, sömürülen ile berabermiş görüntüsünü vermekte çok becerikliler.
Halkın haklı taleplerini yok saymak için en çok başvurdukları yöntem, hak arayanların dinsizliği olarak karşımıza çıkıyor. Bu söylem DP (Demokrat Parti) içindeki siyasetçi eşraf ve toprak ağalarının çıkarları için uygulandı ve çeşitli çevrelerce evrim değiştirerek günümüze kadar da geldi ve devam ediyor. Halbuki bu hakim zümreler Batının her alanda tüm gelişmişlik olanaklarını kullanırken, topluma Batı karşıtlığını kullanarak dindar insanlar ile beraber görüntüsünü hep veriyorlar.
Oysa meselenin özünde dindar, dinsiz meselesi yoktur. Mesele hakim zümrelerin halkı sömürmesi ve karşısında hak arayan insanların olmasıdır. Hak arayanlar dinsiz, hakkı gasp edenler toplumu sömürenler ise dindar görünümünde topluma dayatılmıştır. Bu da toplumda ilericilik-gericilik ikilemini ortaya çıkarmıştır.
Bu durumda ilericilik-gericilik tanımlarının pek de toplumun hak etmediği sıfatlardır. Siyasal iktidarlar ile muhalefetin aynı sosyal iktidarın iç çekişmelerini yansıtan mücadelesinde, halk zorunlu olarak taraflardan birisini, kendi çıkarına daha yakın gördüğünü benimsemek zorunda bırakılmıştır. Tabii ki bu durumu ilerici-gerici olarak izah edemeyiz.
Daima din ile düşünce her zaman karşı karşıya getirilmiştir. Halbuki din, inanç alanına aittir. İleri ve geri ise düşünce alanındadır. Ne var ki bu siyaset oyununu oynayan iktidarlar ve muhalefetler, oyununa şartlandırdığı halk yığınlarının kendi yoksulluğunun temelindeki nedenleri görmesini elbirliği ile engellemiş, engellemeye de devam ediyor…