“Süper” Lig
Yetkililerin bir an önce bu ligin isminin değişmesi için girişimde bulunması lazım. Sponsor isimlerinin kalması kaydıyla eziyet çektiğimiz bu futbola bir isim bulunması gerek. Bakın TDK’ya göre “süper” kelimesinin anlamı; nitelik, nicelik ve derece yönlerinden çok üstün olan demektir. Dün Sivasspor-Antalyaspor karşılaşmasını izleyenlere soruyorum: Bu futbolun neresi süper? Koca 96 dakika yoğun bir eziyete maruz kaldık. Ekran başında izleyen seyirciler sanırım uyuyakalmıştır. Özellikle maçın ikinci yarısında kaleye vurulan tek bir şutla maç bitirilebilirdi. Saha içindeki 22, kenarda ve tribünde bekleyen sayısız futbolcunun minimum yıllık geliri 1.5 milyondan az değildir. Yazık değil mi günlük 8-10 saat çalışıp asgari ücretle geçinenlere? Hele içlerinde futbol sevdalıları var ise bu eziyete maruz kalmaları reva mıdır? Birileri çıkıp bana dese ki; “madem bu kadar eziyet çekiyorsun, izlemeyiver”. Emin olun şu köşeyi yazacak olmasam 15. dakikada bırakırdım izlemeyi. Hafta boyunca taraftarın stadyuma gelmesi için kampanya düzenlenmesi gerektiğinin altını çizenlerden birisiyim. Ancak gelin görün ki; şu futbol anlayışına artık söyleyecek sözüm kalmadı. Üst üste üç pası sadece kendi yarı sahasında yapabilen, hücum varyasyonları tertip etmeyen, takım olma olgusundan uzak bir oyun anlayışı için ne demeli? Diyeceksiniz ki; üç maçta astın kestin ama takım her şeye rağmen 5 puan topladı. Evet, şu an oynanan oyundan keyif almasak da, futbol sonuç oyunu olarak karşımıza çıkıyor. İçeride oynadığımız maçtan aldığımız bir puanı tatmin edici bulan varsa ona da söyleyecek sözüm yok. Her yazdığım yazıda üstüne basa basa söylediğim bir nokta var: “kazanma arzusu”. Bizim çocukların maalesef böyle bir derdi yok. Sahada oynayan futbolculara baktığımda vasat bir futbol anlayışı ile mücadele ettiklerini görüyorum. Onları anlarım da, kenar yönetiminde de bir hareket yok… Oyunu hızlandırma düşüncesi, gol atmak için bir çırpınma, aksiyon getirmek için bir değişiklik çabası yok yok yok… Rıza Çalımbay’ın oyun felsefesi ve oyuna müdahale anlayışından daha kötü bir durumda kalacağımızdan korkuyorum. Şimdi gelin oyuncu değişikliklerine bir bakalım: 89. dakikada iki oyuncu ve 90+5’te Hakan Arslan. İşin tuhaf tarafı, maç 4 dakika uzatılmış, bitime saniyeler var ve sen oyuncu değişikliği yapıyorsun. Şunu anlarım; takımın öndedir, skoru korumak adına zamana oynarsın, ya da baskı altındasındır, oyunu soğutmak adına taktiksel değişikliğe gidersin. Sevgili hocam; takım zaten dökülüyor, kendi evindesin, üstüne üstlük 90+’da üç değişiklik yapıyorsun. Birisi çıkıp şunun mantığını anlatsın. Bu zihniyet sadece Sivasspor’da yok. Bakıyorum sözde süper lig takımları, hep aynı anlayış, hep aynı mantalite. Keyifsiz, tatsız tutsuz bir mücadele. Yahu bizim suçumuz futbolu sevmek mi? Neden bize bu eziyeti reva görüyorsunuz? “Süper” lig takımlarısınız. Elinizin altında her türlü imkan var. İstediğiniz konforu yaşıyorsunuz, istediğiniz gibi gezip istediğinizi yiyorsunuz. Havalarınız yerinde, son model arabalarınız var, birçoklarının hayalini bile kuramadıklarını siz gerçek hayatta yaşıyorsunuz ama sahada aynı havayı bulamıyoruz. Kendi havanızdan ayaklarınız yere basmıyor… Son sözüm biz futbol severlere kaliteli futbol izletmek isteyen tüm sorumlulara, başta da spor kulüplerini yöneten değerli yöneticilere: Teknik adam ve futbolcu sözleşmelerini öyle bir zemine oturtun ki; kaybetme korkusu yaşasınlar. Futbolcu ve teknik adam bilsin ki; oynamadığımda ya da oynatamadığımda “ipimi çekerler”. Garanticilik ilkesinden çıkıp, verime dayalı prensiplerle anlaşma yolunu seçin. Aksi halde bu çile sürer gide
r…