Güzel futbol, genelde beraberinde olağan galibiyetler getirir. Ancak galibiyet için sadece güzel futbol değil, bir de futbol şansı gerekir. Bugün yeniden tecrübe ettik, eğer rakibimiz kadro kalitesi bakımından bizden kat kat üstün değilse, skora yatmak her zaman kötü bir seçenektir.
Oyun organizasyonlarımızı sahaya yansıtabildiğimiz, topa sahip olamasak da topu kazandığımız bölümlerde alana güzel yayıldığımız bir başlangıç yaptık. Bireysel hatadan yediğimiz gole kadar da böyle devam etti. Golden sonra konsantrasyonumuzu bozmadan inanarak yeniden toparlandık ve eşitliği yakaladık.
Yediğimiz gol için Robin Yalçın suçlanıyor olabilir. Oysa ben bu hatayı; anlık konsantrasyon problemi yaşayan her savunmacının yapabileceğini düşünüyorum. Robın Yalçın ön libero mevkiinde süper ligin iyi oyuncularından biri. Bu maçta yaptığı bireysel hata asla onu kötü oyuncu yapamaz. Denizli maçında asıl sorun, bugüne kadar iyi maçlar çıkaran Caner Osmanpaşa’ydı. Bugün, her zaman gördüğümüz performansı sergileyemedi. Savunma arkasına atılan hemen hemen her topta rakibini kaçırdı. Denizli arkaya attığı her topta tehlike yarattı. Appindangoye ve Osmanpaşa uyumunu denizli maçında göremedim. Bana göre bunun en önemli nedeni ise sahaya yayılım problemidir.
Yukarıda bahsettiğim topa sahip olmak konusuna gelecek olursak; daha önce benzer eleştirilerin hedefi olan Rıza Çalımbay, bunun aslına oyun taktiklerimizden birisi olduğunu, topu rakibe vererek sahaya yayıldığımızı ve bu sayede rakibi daha çok yormak istediğimizi belirtmişti. Elbette bunları yaparken Rıza hocanın bir planı vardır ancak, benim fikrim; topa sahip olmayan takımların her zaman daha çok yorulacağı yönünde. Eğer top yerine kendiniz koşuyorsanız, rakibiniz sizi yoruyor demektir. Sanırım her şeyden önce halletmemiz gereken mesele budur.
Bilmiyorum, artık buna değinmem neyi ne kadar değiştirir; ancak yine de bahsetmek istiyorum. Maçın sonucuna etki ettiğini söylemem haksızlık olur belki ama verdiği skandal penaltı kararı ekran başında beni olduğu kadar eminim sizleri de şaşırtmıştır.
Gelin takvimleri 13 Aralık 2006’ya alalım. Bir UEFA Avrupa Ligi maçı, sahadaki takımlar Fenerbahçe ve E. Frankfurt. Maçın son anları, karambolde top Semih Şentürk’ün önüne düşüyor ve röveşataya kalkan Semih, topu önce rakibin eline, sonra kaleye yolluyor. İlker Yasin’in gol sevinci hala kulaklarımda. Penaltı, penaltı, hayır gol, hem penaltı hem gol. Bu pozisyon sonrası hakem, kale çizgisini geçen golün penaltısı olmaz diyerek gol kararı vermiş, kimsenin de itirazı olmamıştı.
Maç içerisinde verilen skandal penaltı kararı hemen kurala göz gezdirdim, belki yanlış biliyorumdur diye. Tekrar tekrar kontrol ettim ancak düşüncemin aksine hiçbir ifade bulamadım. Olan avantajdan nizami gol atmış olan Yatabare’ye oldu. Ancak eğer penaltıyı gole çeviremeseydik, kazandığımız bir puanı daha feda edebilirdik.
Yatabare Denizli maçında adeta yeniden futbola başlamış gibiydi. Maçın başından itibaren gösterdiği güçlü görüntü, bana Sivasspor’a yeni transfer olmuş Yatabare’yi hatırlattı. Her bakımdan yeterliydi, Sivasspor’un saha içerisindeki en iyi futbolcusuydu. Onun bu performansını devam ettirmesinin, özellikle iç saha maçlarında yaşadığımız gol kıtlığını giderecek en önemli faktör olduğunu düşünüyorum.
Genel itibariyle Sivasspor adına şunu çok kötü yaptık ve puan kaybettik diyebileceğim bir şey yok. Yediğimiz son dakika golünün skora yatmaktan başka bir izahı da yok. Örneğin, son dakikalarda Denizlispor yüklenirken Yatabare – Kone değişikliği yerine, hazır oyunumuz kontra atağa dönmüşken daha süratli bir futbolcu olan Kayode girebilir, bu sayede Kayode tehdidini savuşturmak isteyen Denizli hücuma çıkarken daha kontrollü davranabilirdi. Dolayısıyla kaybedilen 2 puan, maalesef Rıza Çalımbay’a yazar.